Canlı ve cansız varlıkların dolaylı veya dolaysız şekilde sürekli bir etkileşim içinde bulundukları ve sınırları çizilemeyen bir sistem olan çevre, bütün canlıların tek yaşam alanıdır. Bu nedenle var olan bu yaşam alanının korunması bütün canlıların korunacağı anlamını taşımaktadır. Sel, deprem, yanardağ patlamaları ve yangınlar gibi doğal afetlerin yanı sıra insan eliyle oluşan hızlı nüfus artışı, düzensiz kentleşme ve plansız sanayileşme çevre kirliliklerinin kaynağını oluşturmaktadır. Ekonomilerde sanayileşmenin başlaması üretim faktörlerini arttırarak yaşam kalitesini yükseltmiş ve insanların tüketim alışkanlıklarını değiştirmiştir. Sanayileşmeyle hız kazanan çevrenin aşırı kullanımı çevresel sorunları arttırarak çeşitlenmesine neden olmuştur. Sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan atıklar çok az miktarı hariç herhangi bir önlem alınmadan havaya, toprağa, suya bırakılmakta ve bu durum çevre kirliliğini artırmaktadır. Hızlı nüfus artışının doğurduğu düzensiz kentleşme ise çevre sorunun diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Düzensiz kentleşmedeki alt yapı yetersizlikleri, verimli tarım alanlarına konut yapılması, kanalizasyon suları ve çöplerin doğaya bırakılması sonucunda çevre kirliliği her alanda çoğalmaktadır. Dünyanın herhangi bir yerinde oluşan çevre kirliliği, doğal
taşıyıcılar ile diğer bölgelere taşınmakta, bu kirlilik herhangi bir bölgenin sorunu olmaktan çıkarak başka ülkeleri de etkilemektedir. Bu doğrultuda sorunun çözümünde sadece yerel çözümler yeterli olmamakta uluslararası işbirliği gerekmektedir. Bu nedenle dünya ülkeleri, yerel ve uluslararası anlaşmalar ile bu sorunu ortak hareket ederek çözmeye çalışmaktadırlar. Yapılan anlaşmalar doğrultusunda, çevre korunarak gelecek kuşaklara temiz bir çevre miras bırakılması ekseninde görüş birliği sağlanmıştır. Bu kapsamda uluslararası anlaşmalar, protokoller, bildirgeler ve belgeler hazırlanmaktadır.
Çevre sorunları ile mücadelede en etkin çalışan kurumların başında Birleşmiş Milletler(BM) ve Avrupa Birliği gelmektedir. BM tarafından temelleri atılan çevre olgusu devlet ve hükümetleri bir araya getirerek bir dizi önlemler, konferans ve bölgesel kuruluşlar vasıtasıyla politika haline dönüştürülmüştür. 1992 yılı Paris bildiriminde, ekonominin güvenliği açısından çevre sorunlarının çözümü bağlamında ortak politika ve eylem programlarının oluşturulması fikri benimsenmiştir. Bu süreçte, ekonomilerin korunması gerekliliği vurgulanarak “Sürdürülebilir Kalkınma” ideolojisi dünya ülkeleri tarafından kabul görmeye başlamıştır. Türkiye’de çevre duyarlılığının gelişimindeki en büyük pay, dünya çevre politikalarının uygulanmasıyla yaşanmıştır. Ancak Türkiye, sürdürülebilir kalkınma aşamasında çevreyi yeterince dikkate almayan, ekonomik çıkarların ön planda olduğu bir yaklaşımla kalkınmasına devam etmekte ve bu durum Türkiye’de çevre kirliliğinin çoğalmasına neden olmaktadır. Çevre sorunların boyutunun giderek artması bu kavramların Türkiye gündemine de girmesini hızlandırmıştır. Çevre sorunları, Türkiye'de daha çok 1970’li yıllarından sonra görülmeye başlamış olup bu süreç günümüzde de artarak devam etmektedir. Türkiye’deki çevre sorunlarının kaynağını hızlı nüfus artışı oluşturmakta ve nüfus yoğunluğuna bağlı olarak düzensiz kentleşme ve plansız sanayileşme çevre kirliliklerini artırmaktadır. Bu nedenle Türkiye’de başlıca çevresel sorunlar; toprak erozyonu, verimsiz topraklarda uygun olmayan tekniklerle tarım yapılması, tarımsal ilaçlamanın bilinçsizce kullanılması, değerli tarım arazilerine konutlar ve fabrikalar kurulması, toprak kazanmak için ormanların kesilerek yakılması, atıkların önlem alınmadan doğaya bırakılması, sanayi ve kentsel faaliyetlerde fosil yakıt kullanımına bağlı olarak sera gazları üretiminin artış göstermesi, kıyı bölgelerin ve su kaynaklarının kirletilmesi olarak sıralanmaktadır. Diğer yandan Türkiye coğrafi yapısı ile de çevresel riskler taşımakta olup bunların başında depremler, taşkınlar, heyelanlar, kaya ve çığ düşmesi gibi çevresel sorunlar gelmektedir. Türkiye’deki ekonomik büyümede meydana gelen bir artış, CO2 emisyonlarını doğrusal olarak artırmaktadır.Türkiye sanayileşme sürecinde ekonomik olarak büyürken, çevre kirliliği de artarak devam etmektedir. Türkiye dünya ekonomik düzleminde yerini almak için sanayileşme sürecini devam ettirmek zorundadır. Bu nedenle Türkiye sanayileştiği sürece çevre kirliliği de artış gösterecektir. Bunun ana sebepleri ise Türkiye’de kıt olan kaynaklara yoğun talebin artması, enerji sağlamak için fosil yakıt kullanımının ağırlıklı olması, çevre bilincinin ekonomik düzlemde göz ardı edilmesi, çevre adına alınan önlemlerin yeterli olmaması, çevreyi denetleyen mekanizmaların zayıf olması olarak gösterilebilir. Bu bağlamda Türkiye, çevre sorunlarını aza indirmek için sanayileşme döneminde çevreye ait önlem ve politikaları daha etkin bir şekilde kullanarak ekonomik yapısında uygulamak zorundadır. Gelinen noktada Türkiye’de kalkınma planları dahilinde çevre adına önemli kararlar alınmasına rağmen; çevrenin ekonomik ve sosyal kararlar doğrultusunda bütünleşmediği, çevre yönetimin ilgili kuruluşlar tarafından eşgüdüm, işbölümü ve iş birliğinin sağlanamadığı, çevre korumaya yönelik finansman sisteminin eksik kaldığı, çevre bilgisinin yetersizliği sebebiyle bir veri tabanının oluşturulamadığı, hukuksal düzenlemenin istenen seviyede olmadığı görülmektedir. Bunun nedenleri Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısından ve siyasi erkin alınan kararların üzerinde ağır baskısından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de mevcut çevre politikalarında ve çevre yönetiminde kalıcı çözüm önerileri yaparak kirlilikleri yerinde önlemeye çalışmalıdır. Oluşturulacak çevre politikaları kapsamında toplumsal, siyasal erkler ve piyasa güçleri aynı düzlemde toplanarak çevreyi koruma adına ortak hareket etmeleri gerekmektedir. Çevre politikaları ve yasaları belli bir gücün elinde bulunmayıp tüm toplumun bu yasalara uymaları sağlanmalıdır. Türkiye’de çevre yasalarına uyum sağlanması kapsamında, piyasa güçlerine çevre koruma adı altında teşvik verilmeli, çevrenin bozulmasına neden olan bir üretim faaliyetinin yerinde önlenmesine çalışılmalı ve gerektiğinde ceza yaptırımının uygulanması gerekmektedir. Türkiye kalkınmakta olan bir ülke konumunda olduğundan tarım sektöründen sanayi sektörüne geçiş sürecinde daha fazla enerji kullanıma gerek duyulacaktır. Türkiye’deki enerji kullanımı daha çok fosil yakıtlara bağlı olduğundan bu durum CO2 emisyonu hızla artarak çevresel kirliliğin artmasına yol açabilecektir. Ekonomik büyümenin aşamalarında yoğun enerji kullanımı ile çevresel kirlilik ve gelirde artış gözlenecektir. Türkiye’de bu süreçte yenilebilir enerji kullanımını teşvik eden politikaların uygulanması büyük önem arz etmektedir. Hava kirliliğini artıran fosil yakıtların kullanılması yerine yenilenebilir enerji kaynakların kullanımı tercih edilmelidir. Ormanlar ve yeşil alanların tahrip edilmesinin önüne geçirilerek ağaçlandırma çalışmaları hız kesmeden devam ettirilmelidir. Sanayi ile ilgili tüm tesislerin yerleşim yerlerinden uzak, verimsiz toprakların üzerine inşası sağlanmalı, zararlı atıklar arıtma sistemine tabi olduktan sonra doğaya bırakılmalıdır. Sanayide dönüşümü olan düşük karbonlu üretim maddeleri kullanılmalı, üretim güçleri buna teşvik edilmelidir. Tarımda gübreleme ve ilaçlama konularında bireyler eğitilmeli ve bu yolla tarım toprakları korunmaya çalışılmalıdır. Çevreyi korumak kişiden topluma, toplumdan ise dünya geneline kadar ulaşan bir duyarlılığı gerektirmektedir. Çevre, herkesin ortak kullanım alanı olduğu için çevreyi korumak da herkesin sorumluluğunda olmalı ve herkes çevreye gereken özeni göstermelidir. Bu yüzden Türkiye’de kişilere ve toplumlara çevre eğitimi vererek sürece katılımları sağlanmalı, duyarlı ve bilinçli bir toplum yaratılmadır. Bu doğrultuda çevre kirliliği hakkında toplumun bilinçlendirilmesi, sosyal politikalar, çevre kirleticilere kirleten öder ilkesinin uygulanması, temiz teknolojilere sübvansiyon ve vergi indirimi uygulamaları gibi önlemler emisyonların azaltılmasına katkı sağlayabilecektir.
Türkiye, çevre konusunda AR-GE çalışmalarını destekleyerek düşük karbonlu üretim sistemine geçmelidir. Gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde yapmış oldukları çevre adına iyileştirmelerini inceleyerek bu iyileştirme çabalarını kendi ekonomik hayatında uygulamalıdır. Çevreyi koruma adına hukuki düzenlemelerden yararlanarak ekonomik olarak büyürken aynı zamanda çevre kirliliğinini önlemek için bütün sektörleri denetleyecek mekanizmalar oluşturmalıdır.