Ortaya çıktıkları yerde ve çevresinde etki göstermekte olan çevre sorunlarının kaynağında çözülmesi, sorunların büyük boyutlara ulaşmasını engelleyecek, zaman ve kaynak açısından da tasarruf sağlayacaktır.
Çevre Kanunu’na göre çevre, “canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı” ifade etmektedir.
Çevre sorunları, insanın doğaya müdahalesi ve doğadan faydalanma sürecinde ortaya çıkan olumsuzluklar olarak ifade edilmektedir.
Zamana, yere ve coğrafyaya göre farklılık gösterebilen sorunların etkinlik düzeylerinin doğru saptanabilmesi için öncelikle nedenlerin ortaya konulması gerekmektedir.
Çevre sorunlarının oluşmasındaki önemli nedenlerden bazıları şunlardır; göçler ve düzensiz şehirleşme, kişi başına kullanılan enerji, su, kâğıt, kömür ve benzeri araçların artışı, ormanların tahribi, yangınlar ve erozyonlar, aşırı otlatma ve doğal bitki örtüsünün tahribi, konutlardaki ve işyerlerindeki ısınmadan kaynaklanan hava kirliliği, motorlu araçlar ve deniz araçları, maden, kireç, taş ve kum ocakları, gübre ve zirai mücadele ilaçları, atmosferik olaylar ve doğal afetler, kanalizasyon sularının arıtılmaksızın alıcı ortamlara verilmesi ve sulamada kullanılması, katı atıklar ve çöp, sulak alanların ve göllerin kurutulması, arazilerin yanlış kullanımı, kaçak avlanma, endüstriyel ve kentsel kaynaklı gürültü kirliliği.
Çevrenin taşıma kapasitesinin üstünde bir yüklemeye maruz kalması doğal dengelerin bozulmasına ve insan, toprak, hava, su, bitki, hayvan sağlığı ve biyolojik çeşitliliğin tehdit altına girmesine sebebiyet vermektedir.
İnsanlığın ve diğer tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli bir unsur olan çevre, yaşanan sorunlar sebebiyle kendini yenileyememe ve devamlılığını sağlayamama durumu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşamalarının sağlanması, toplumun sahip olduğu çevre değerlerinin korunması ve geliştirilmesi, çevre politikalarının uygulama zorluklarının paylaşılması ve toplumsal adalet ilkesinin uygulanması gerekir.
Çevre politikaları, çevre sorunlarının çözümüne yönelik alınması gereken tedbirleri ve benimsenen ilkelerin bütününü temsil etmektedir.
Çevre politikaları sadece çevreyi koruma ile ilgili değil aynı zamanda hukuk, maliye, şehircilik ve sanayi politikaları gibi alanlarla da dolaylı ilişki içindedir.
Çevre sorunlarının salt teknik bir konu olmaması, ekonomik büyüme politikaları ve toplumsal çıkarlarla yakından ilgili olması siyasal yaşamdan soyutlanmasını olanaksız kılmaktadır. Böylece çevre, toplumsal gündemin ilk sıralarını işgal etmekte ve çevre konusu politik arenada yer edinmektedir.
Anayasa’nın 56. maddesine göre “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir.”
17. maddeye göre “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”.
44. maddede “Toprağın verimli işletilmesini koruma ve geliştirme”, 45. maddede “Tarım toprakları ile meraların amaç dışı kullanılmasının ve tahribinin önlenmesi” ve 63. maddede “Tarih, kültür ve doğa varlıklarının korunması görevi” devletin sorumluluğuna verilmektedir. “Ormanların korunması ve geliştirilmesine” yönelik düzenlemeler içeren 169. ve 170. maddeler de devleti çevre alanında sorumlu tutmaktadır.
Çevre politikaları ilk olarak kirliliği giderici amaçlara dayandırılırken daha sonradan önleyici politikalar ve sürdürülebilir kalkınma anlayışına uygun çevre-ekonomi entegrasyonuna öncelik ve önem veren politikalar geliştirilmiştir.
Çevre yönetimi, “idari, teknik, hukuki, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel araçları kullanarak doğal ve yapay çevre unsurlarının sürdürülebilir kullanımını ve gelişimini sağlamak üzere yerel, bölgesel, ulusal ve küresel düzeyde belirlenen politika ve stratejilerin uygulanması” sürecini içermektedir.
Çevre yönetimi, tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaları, doğal kaynakların korunması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla hem kamuda hem de özel kesimde uygun bir iletişim, planlama, eşgüdüm ve denetim dizgesinin oluşturulması ve bunu işlevsel kılacak bir örgütün kurulması sürecini kapsamaktadır.
Türk kamu yönetimi sisteminde çevre yönetimi konusunda görev, yetki ve sorumlulukların büyük çoğunluğu merkezi hükümet organlarına ve merkezi hükümetin yereldeki temsilcilerine verilmiştir.
Kalkınmakta olan bir ülke olarak, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarının nedenleri arasında; bölgeler arası gelişmişlik düzeyi farklılıkları ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler, nüfus artış hızının gelişim hızından yüksek olması, çevrenin korunması ile ekonomik kalkınma hedefleri arasında uzlaşma sağlanamaması, hukuki ve kurumsal düzenlemelerin eksikliği, çevrenin korunmasına ilişkin kamuoyunun bilinçlendirmesinin ve kamuoyu katılımının yetersiz olması gibi faktörler yer almaktadır.
Çevre sorunlarına yönelik başlıca çözümler 2872 sayılı Kanun’un “İlkeler” başlıklı 3. maddesinde düzenlenmiştir.
İnsanın günlük yaşamı ile ilgili ihtiyaçlarının çoğu, yerel yönetimlerin hizmet alanı kapsamına girmektedir. Bu sebeple, insanın yaşam ortamı ve koşullarının insana yakışır bir düzeye getirilmesi, korunması ve bireyin yaşam kalitesinin yükseltilmesi yerel yönetimlerin sorumluluk alanına dâhil edilmektedir. Çevre yönetiminin önleyici, onarımcı ve geliştirici politikalarının etkinliği de, yerel yönetimlerin çevre yönetiminde doğrudan görev ve sorumluluk almasına bağlı olmaktadır.
Yerel çevre politikaları oluşturulurken bu politikaların hem çevre hem de ekonomik açıdan etkin, yönetsel anlamda yapılabilir ve düşük maliyetli ve kullanıcı tarafından benimsenebilir olmasına özen gösterilmelidir.
Yerel yönetimler çevre konusunda: “Şehir ve bölge planları yapım sürecinde çevresel değerleri dikkate alan çalışmalar yapmak; görev ve sorumluluklarını yerine getirirken “çevresel etki” ilkesini göz önünde bulundurmak; çevre sorunlarının oluşumunu önleyici, oluştuktan sonra onarıcı politikalar uygulamak;
kurumlar arasında eşgüdüm ve koordinasyon sağlanmak; kaynakların israfını önleyen, geri dönüşümünü sağlayan projeler oluşturmak; kent ve çevre planlamalarında uzun vadeli düşünmek; halkın yaşam kalitesini artırıcı önlemler almak; hava, su ve gürültü kirliliği gibi günlük hayatı etkileyen unsurlara dikkat etmek; projelerde ÇED Raporuna uygunluk şartı aramak; çevre alanındaki uluslararası gelişmeleri takip etmek; halkı çevre konusunda bilinçlendirmek ve sürece katmak; tarih, arkeoloji ve tabiat varlıklarını korumak” ile yükümlüdür.
Çevre sorunlarının en temel özelliği tehlikenin ortaya çıktığı yere özgü olmasıdır. Sorunların kaynağında yer alan yerel yönetimler sorunların önlenmesinde ve çözüme kavuşturulmasında birinci derecede rol oynamaktadır.
Yerel yönetim birimleri ile halkın çevrenin korunması ve geliştirilmesi konusunda işbirliği içerisinde faaliyet göstermesi, sorunlara yönelik çözüme daha kolay ulaşılmasını sağlayacak ve çözümden sonraki etkinliği sürdürülebilir kılacaktır.
Yerel yönetim birimlerinin hizmet üretiminde kaynakların sınırsız olmadığı anlayışıyla hareket etmesi ve halkı bu noktada bilinçlendirici görev üstlenmesi çevre açısından uzun vadede faydalı sonuçlar doğuracaktır.
Özetle, çevrenin sürdürülebilirlik yaklaşımı doğrultusunda gelecek kuşakların haklarına saygı gösterici bir kapsamda kullanımı teşvik edilmeli ve bu amaçla
sorumlu birimler tarafından gerekli önlemler alınarak politikalar oluşturulmalıdır.