Aydın bölgesi, insanı ve doğası ile topyekün büyük bir kuşatma altındadır.
Ülkemizde izlenen neoliberal politikalar sonucu yaşam alanlarımız, müştereklerimiz hızla sermaye nesnesine dönüştürülüp, tek tek yok ediliyor.
Dağlarımızda ve ovalarımızda sayıları hızla artan kömür madenleri, feldspat ocakları, rüzgar/güneş/jeotermal santralleri, çimento/kağıt fabrikaları, otoyollar, kentsel ve endüstriyel yapılaşmalar bizlere neredeyse ne yaşam alanı, ne içecek ve yiyecek tek bir yudum temiz su/gıda, nede nefes alacak temiz hava bırakmadılar.
Aydın ülkemizde küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek, su kaynaklarının hızla azalacağı, kuraklığın en fazla hissedileceği bölgede yer almaktadır. Bu ekolojik yıkım içerisinde yaşam için vaz geçilmez olan su kaynaklarımızın yok edilmesi, bilinçsiz ve kötü kullanımı, geri dönüşümsüz kirletilmesi en büyük tehdit olarak öne çıkıyor.
Su, hava gibi tüm canlıların yaşam hakkıdır, ticaret konusu yapılamaz. Su, parası olanın erişebileceği bir meta olamaz. Parası olmayan insanların ve tüm canlıların da suya erişim hakkı vardır.
Halkımız yaşam alanlarında astronomik fiyatları bulan damacana sularına mahkum bırakılmadan musluklarından temiz-sağlıklı-güvenli su içebilmeli, belediyeler bunu sağlamalıdır. Su varlıklarımız ticarileştirilemez.
Tüm canlıların yaşam hakkı olan suyu korumak belediye ve resmi makamların olduğu kadar Aydın halkının, çevre derneklerinin, sivil toplum örgütlerinin de görevidir. O nedenle Aydın’da su varlıklarımızı tüm kesimler ile beraber mücadele edersek ancak koruyabileceğimiz ortadadır.
Bölgemizde suyun doğrudan ya da dolaylı olarak sermaye tarafından kuşatılmasını belli başlıklarla sıralamak gerekirse;
⦁ DSİ tarafından, yargı kararına rağmen doğal yaşamı yok ederek faaliyetlerine devam eden jeotermal santralleri işleten şirketlere yapılan su tahsisleri, reenjekte etmesi gereken akışkanları reenjekte etmeyip su kaynaklarına bırakmalarına göz yumulması.
⦁ Kömür madenleri-feldspat ocakları-rüzgar/güneş/jeotermal santralleri-çimento/kağıt fabrikaları gibi ormanları, tarım alanlarını ve su havzalarını yok eden sanayi projeleri.
⦁ Ormanları, zeytinlikleri ve tarım alanlarını yok ederek hızla yayılan maden ocaklarının su kaynaklarımızı da yok etmesi, kirletmesi.
⦁ Aşırı su tüketen turizm projelerinin ve fabrikaların sürekli gündeme getirilmesi.
⦁ Sulak alanlarda, ormanlarda, hassas kıyı ekosistemlerinde, koruma alanlarında kaçak yapılaşmaya göz yumulması, tatil köyü projeleri, balık üretme ve üreme çiftlikleri, millet bahçesi projeleri planlanması.
⦁ Su ve kanalizasyon hizmetlerinin özelleştirilmesi, suyun şişelenerek satılması.
⦁ Tarım alanlarında aşırı su tüketen endüstriyel tarımsal ürün projelerinin yayılması.
⦁ Su talebini sürekli arttıran, büyüme odaklı kentleşme.
Sermaye odakları bir yandan doğanın metalaştırılması ile yaşam kaynaklarımızı hızla tüketirken ortaya çıkarılan suni su kıtlığına çözüm adı altında yaşam alanları üzerindeki baskıyı daha da arttıracak “çözüm” önerileri getiriliyor.
Havzalar arasında su transferi, kontrolsüz bir şekilde açılan kuyularla gelecek kuşakların emaneti olan yeraltı su kaynaklarını sonuna kadar tüketmek, yeni ekolojik felaketlere kapı açacak projeler merkezi ve yerel yönetimlerin ortaklığında özel şirketler tarafından hızla gündeme getirilebilmektedir.
Su ne kadar kıtlaşırsa su üzerinden elde edilen kârlar da o kadar artıyor.
Ne yazık ki belediyeler de susuzluk sorununun asıl nedenine yönelerek soruna “hakça” çözüm aramak yerine ekosistemlerin sürdürülebilirliği açısından kabul edilemez olan projelerin savunucusu olabiliyor, ana kirletici unsur haline gelebiliyorlar. Aydın’lılar olarak bölgemizde yaşam hakkımız olan suyun sermayenin kuşatmasından çıkarılmasını ve su bütçesinin yönetiminde karar verici olmayı istiyoruz. Bu bağlamda yerel yönetimlere talip olan belediye başkan adaylardan beklentilerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz:
1) Aydın’ın su bütçesi üzerindeki en büyük yük artarak faaliyetlerine devam eden jeotermal santraller/çimento fabrikaları/kağıt fabrikaları/maden ocakları; dağlarından özgür akan ve halkın özvarlığı olan yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının özelleştirilerek ticari meta haline getirilmesidir.
Aydın’da belediyeler tüm bu unsurlara müdahale etmek bir yana halkın içme ve kullanma sularını bizzat kirleten taraf haline gelmiştir. Belediyeler içme sularında normallerin çok çok üstünde ağır metal saptanmasına rağmen bu konuda gereğini yapmamakta, halkı bilgilendirmekten kaçınmaktadırlar. Sarıçay baraj örneğinde olduğu gibi de halkın içme suyunu ağır metal ve uranyum ile kirleten işletmelere itiraz etmek bir yana tek bir söz bile söyleme ihtiyacı hissetmemektedirler. Aydın Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri halkın ve doğanın yaşam hakkı olan suyun şirketlere devredilmesine karşı durmalıdırlar.
Belediyelerin birinci görevi, mutfak çeşmelerinden akan suyun temiz, nitelikli, sürdürülebilir ve ücretsiz olarak halkın kullanımına sunmaları olmalıdır.
Su hakkı davasını halk adına, halkla birlikte yürütmelidirler. Adaylar; iklim, insan, doğa, hava, toprak ve su düşmanı jeotermal santrallerin, Beşparmak dağlarındaki kömür madenlerinin/feldspat ocaklarının, Söke ovasındaki çimento ve kağıt fabrikalarının kapatılması için halkın yanında taraf olduklarını beyan etmelidirler.
2) Sermayenin doğayı sınır tanımaksızın metalaştırmasının sonucu olarak yaşanan iklim krizi gittikçe büyürken, su krizi ve gıda güvenliği riski de büyümektedir. Bu krizden ancak doğamızı, yaşam alanlarımızı koruyarak çıkabiliriz. Bu anlamda, su havzalarımızı, ormanlarımızı, tarım alanlarımızı yok ederek yürütülen sanayi, maden, enerji, turizm projeleri ekolojik krizi derinleştiren ekokırım suçu oluşturmaktadır. Yerel yönetimler halkın ve doğanın korunmasından yana tutum almalı, sermaye sahiplerini daha fazla zenginleştirmek için bu suça ortak olmamalıdır. Adaylar; doğayı, su kaynaklarını tahrip eden hiçbir projeye onay vermeyeceklerinin sözünü vermelidirler.
3) Adaylar, suyun ticarileştirilmesine karşı olduklarını açıkça beyan etmelidirler. Belediye sınırları içerisinde içilebilir kalitede suyun halka sunulması, suyun şişelenerek satılmasını yasaklamak üzere çalışacaklarına söz vermelidirler.
4) Adaylar; aşırı su tüketen turizm işletmelerine ve yüzme havuzlu özel konut projelerine izni vermeyeceklerini beyan etmelidirler.
5) Su kıtlığına çözüm, su bütçesinin hakça paylaşımından ve suyun ticarileştirilmesine karşı durmaktan geçmektedir. Adaylar, çözüm olarak ekosistemleri tahrip eden, suyun ticarileştirilmesinin aracı olacak projelere onay vermeyeceklerini açıklamalıdırlar.
6) Adaylar, Belediyenin stratejik planlama sürecinde planlarını ve bütçelerini halkın katılımı ile oluşturacağına söz vermelidirler. Planlama süreçleri, sermayenin ve şahsi çıkarlarını kollamak için kurulmuş olan “sivil” toplum örgütleri ile göstermelik bir şekilde değil; halkın, doğanın, emeğin haklarını savunan örgütlerle, halkın en geniş katılımı ile gerçekleştirilmelidir.