Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziksel, kimyasal, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir ortamdır. Çevre kirliliği temel olarak hava, toprak ve su kirliliği şeklinde doğada oluşmakta ve sonuçta insanın da içinde olduğu tüm ekosistemi etkilemektedir. Hava, toprak ve su kirlenmesi doğrudan hastalık nedeni olabileceği gibi bazı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırabilir veya bazı hastalıkların seyrini etkileyebilir. İster kentsel, ister kırsal alanlarda olsun doğal kaynaklarımız olan hava, toprak ve su çeşitli nedenlerle kirlenerek bitki ve hayvan varlığına zarar verdiği gibi besin zinciri yoluyla insan sağlığını da olumsuz etkiler. Soluduğumuz havanın yüzde 78’i azot, yüzde 21’i oksijen, yüzde 0,035’i karbondioksit içermekte olup, kalitesi sağlığımız üzerinde doğrudan etkilidir. Nüfus artışı, kentlerin büyümesi, ulaşımın yoğunlaşması, endüstrinin gelişmesi hava kirliliği artışını da beraberinde getirmekte ve solunan havanın içeriğindeki etkilerini artarak sürdürmektedir. Hava kirliliği; doğal aktiviteler veya insan aktiviteleri kaynaklı olabilir. Uygulamada kirlilik genellikle, havadaki partikül maddeler (PM) ve kükürt dioksit (SO2) miktarına göre belirlenir.
“PM” ile kardiyovasküler mortalite ve morbidite arasında belirgin ilişki vardır.
“SO2” in havada oksidasyonu sonucu bu üründen sülfürik asit oluşur. Bu madde asit yağmurlarının oluşmasına katkıda bulunur.
“Ozon”, güçlü oksidatif bir kirleticidir. Suda çözünmez ve solunum sisteminde akciğerlere kadar ulaşarak burada olumsuz etkiler oluşturur.
Fosil yakıtların enerji üretiminde kullanılması sonucu oluşan “Nitrojen oksit” alt solunum yollarına kadar ulaştığında olumsuz etkiler meydana getirir.
“Nitrojen dioksite” kısa dönem maruziyet hava yolu duyarlılığına ve akciğer hasarına neden olurken uzun dönem maruziyet bağışıklık sistemini baskılar ve solunum yolu enfeksiyonlarına yol açar.
“Karbonmonoksit”, solunduktan sonra kana geçer, eritrositlerde hemoglobine oksijen bağlanmasını engeller, dokulara oksijen taşınamaz ve hipoksi görülür.
Dünya genelinde milyonlarca insan, yasal olarak güvenli standart konsantrasyonların üzerinde hava kirleticisine maruz kalmaktadır.
Mortalite risk faktörleri arasında hava kirliliği 8’ci sıradadır ve gelişmekte olan ülkelerdeki ölümlerin yüzde 2,5’inden sorumludur.
DSÖ’ü hava kirliliğinin yılda 3 milyondan fazla beklenmeyen ölüme yol açtığını tahmin etmektedir.
Teknolojinin gelişmesi, enerji tüketiminin fazlalaşması, nüfusun ve ısınma gereksiniminin artması, kentlerin büyümesi, motorlu araç kullanımının yaygınlaşması ve endüstriyel sanayide genişleme hava kirliliğinin esas sebepleridir.
Hava kirliliği mortalite için yüksek risk oluşturan iskemik kalp hastalıklarında artışa neden olur.
Hava kirliliği inflamasyonda artış, oksidatif stres, fibrinolitik sistem aktivasyonu, plak destabilizasyonu, otonomik disfonksiyon ve endotel disfonksiyonu gibi patofizyolojik mekanizmalarla iskemik etkiye sahiptir.
Klinik olarak ise sistolik ve diyastolik kan basıncı yüksekliğine, EKG’de değişiklik ve aritmiye, kollajen depolanması ve kalpte hipertrofiye, damar duvarında kalınlaşma ve ateroskleroza bağlı olarak miyokardiyal enfarktüs oranlarında, plazma vizkositesinde ve trombüs formasyonunda artışa neden olduğu gösterilmiştir.
Hava kirleticileri solunum yolundaki epitel hücrelerine zarar vererek epitelde geçirgenliği arttırır ve inflamatuar hücre göçü, sitokinlerin artışı gibi bir dizi inflamatuar olaylara yol açar.
Hava kirliliği akciğer gelişiminde gerileme, solunum fonksiyonlarında azalma, solunum sistemine ait semptomlarda artma, astım ve kronik obstruktif akciğer hastalığının alevlenmesine neden olur. Bunlara bağlı olarak hastane başvurularında artışa ve kardiyopulmoner ölüm hızında yükselmeye
neden olabilir.
Hava kirliliği, nörolojik sistemlerde hücresel, moleküler ve inflamatuar yolaklara etki ederek doğrudan hasar oluşturur veya santral sinir sistemi ilişkili hastalıklara yatkınlığı artırır.
Çevresel hava kirliliği ile inme, multiple skleroz, Parkinson hastalığı arasında kuvvetli ilişki olduğu gösterilmekle birlikte başka nörolojik hastalıklarla da benzer ilişkili olabileceği konusunda şüpheler olabileceği ifade edilmektedir.
Hava kirliliğinin yüksek olduğu bölgede yaşayan çocukların, kirli olmayan bölgede yaşayan çocuklara göre bilişsel gelişiminde yaşıtlarına göre geri kaldıkları beynin manyetik rezonans görüntülemeleri ile gösterilmiştir.
Kronik hava kirliliğine maruz kalmanın nörodejeneratif hastalık gelişimine katkıda bulunacağı ifade edilmektedir.
Hava kirliliğinin beyinde inflamasyonda artış, oksidatif stres, glial aktivasyon ve serebrovasküler hasar yoluyla zarar verebileceği belirtilmektedir.
Yaşlı insanlar ve kadınlarda hava kirliliği ilişkili iskemik inme riski daha yüksektir.
Doğum öncesi dönemde hava kirliliğine maruz bırakılan hayvanlarda nörolojik fonksiyonlarda kayıplar olduğu gösterilmiştir. Fetal dolaşıma giren hava kirleticilerinin bebeğin büyüme ve gelişimini etkilediği, doğum öncesi dönemde çevresel SO2’e ve PM’ye maruz kalan annelerde bebeklerde düşük doğum ağırlığı riskinin arttığı gösterilmiştir.
Toprak; canlı doğal kaynakların varlıklarını sürdürebilmeleri için hava ve su ile birlikte vazgeçilmez, doğal bir kaynaktır.
Toprak kirliliği, insan etkinlikleri sonucunda, toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve jeolojik yapısının bozulmasıdır. Söz konusu kirliliğin, toprakta yanlış tarım teknikleri, yanlış ve fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları kullanma, atık ve artıkları, zehirli ve tehlikeli maddeleri toprağa bırakma sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir.
Başlıca toprak kirleticileri: arsenik, kurşun, civa, kadmiyum ve nikel gibi ağır metaller; pestisitler; hormonlar; organik bileşikler ve radyoaktif hidrokarbon yanma ürünleri olarak sıralanabilir.
Genellikle kötü hijyen alışkanlıkları, tarımda aşırı ilaç kullanımı, katı ve sıvı atıkların yok edilmesiyle ilgili yetersizlikler, vahşi depolama ile atıkların bertarafı, plansız kentleşme, hayvancılık atıkları, sanayi ve madencilik atıkları, arıtılmamış kirli suların tarım arazisinde sulama amacıyla kullanılması, radyoaktif kirlilik ve hava kirliliği serpintileri gibi birçok sebepten dolayı toprak kirliliği oluşmaktadır.
Bu etkenler sonucu ortaya çıkan ağır metallerle kontamine olmuş topraklarda yetiştirilen sebze ve meyveler ile hayvanların otladığı meraların kirlenmesi sonucu insan sağlığı da olumsuz olarak etkilenmektedir.
Toprak kirliliği, doğada giderilemeyen ve dönüşümü olmayan kirliliktir.
Gerek hava kirliliği, gerekse su kirliliğinin doğadaki son noktası toprak kirliliğidir.
Pestisitlerin akut etkileri irritasyondan, dermatite, sistemik emilime bağlı olarak ölüme kadar değişebilmektedir. Solunum ve kardiyovasküler sistem hastalığı olanlar pestisitten akut olarak etkilenmeye daha duyarlıdırlar. Mesleksel ve çevresel olarak uzun süreli düşük dozda pestisit etkisinde kalan kişilerde görülen kronik etkiler: kanser (Non-Hodgkin lenfoma, lösemi, multiple myeloma, karaciğer kanseri, testis kanseri, beyin kanseri, akciğer kanseri); doğum defektleri; nörotoksisite, nörodavranışsal bozukluklar ve nörofizyolojik değişiklikler; üreme ve fertilitede ortaya çıkan istenmeyen etkiler olarak sıralanabilir. Pestisitler su ve toprakta birikerek birikimsel etkilere sebep olabilmektedir. Ayrıca süt ve yumurta gibi hayvansal gıdalarda da birikmesi bu birikimsel etkisini arttırmaktadır. Pestisitler genel olarak insan sağlığını etkilemekle birlikte, özellikle nörolojik sistemde olumsuz etkiler oluşturabilir.
Pestisit maruziyeti depresyon, demans, Alzheimer, Parkinson, amyotrofik lateral skleroz gibi birçok psikiyatrik ve nörolojik hastalığın gelişmesine ve ilerlemesine neden olabilmektedir.
Su, vücudumuzda kan ve doku sıvılarının temel bileşenidir. Vücudumuzda meydana gelen tüm fizyolojik olayların yürütülmesinde suya gerek vardır.
Yaşamsal öneme sahip olan suyun kirlenmeden, maddeleri ve mikroorganizmaları kullanılmasının sağlanması gerekir. Elverişsiz alt yapıya sahip olan bölgelerde kullanılan suyun ve diğer atıkların doğrudan akarsulara, denizlere, hatta göllere ulaşması mümkündür. Bu durum yüzeysel ve yer altı sularının kirlenmesine ve yaşamsal öneme sahip olan suyun sağlık için tehlikeli bir boyuta ulaşmasına yol açmaktadır. Su kirliliği endüstriyel-evsel-tarımsal-ısısal kirlenme sonucu ortaya çıkabilmektedir. Su ile bağlantılı hastalıklar, bulaşma yollarına göre dört grupta incelenebilir; sulardan kaynaklanan hastalıklar, su yokluğundan kaynaklanan hastalıklar, suda yaşayan canlılarla bulaşan hastalıklar, sularla bağlantılı vektörlerle bulaşan hastalıklar.
Herhangi bir nedenle kirlenen/kirletilen su, içinde barındırdığı birçok maddeyle, mikroorganizmayla çeşitli hastalıkların nedeni olabilir. Suyun içinde bulunan çözünmüş veya çözünmemiş inorganik tuzlar, bakteriler, parazitler, viruslar ve bitkisel maddeler birçok hastalığın meydana gelmesine yol açarlar.
Sonuç olarak bakıldığında çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziksel, kimyasal, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel bir ortamdır.
Yaşamamız için gerekli olan hava, toprak ve suyun sağlığımız açısından önemi yadsınamaz bir gerçektir. Sağlıklı bir yaşamın sürdürülmesi ancak sağlıklı bir çevre ile mümkündür. Temiz ve yaşanabilir bir çevrede yaşamak tüm canlıların hakkıdır.