Bu konu üzerine çokça yazı kaleme aldık (Mesela bknz: https://www.sesgazetesi.com.tr/tarikat-ve-cemaatlerde-bulunmamasi-gereken-iki-sey-siyaset-ve-ticaret.)
Temel tezimiz şu idi: Tarikat ve cemaatler bu milletin temelidir.
Omurgasıdır.
Ehli sünnetin temel taşlarından biridir.
İrfan ve marifet yolu tarikat ve cemaatler topluma güzel insan yetiştiren ocaklar olarak temayüz etmiştir.
Tarihe bakıldığında görülecektir ki tarikat ve cemaatler “halka hizmeti Hakk’a hizmet” kabul eden numune (model, örnek) insanlar yetiştirmişlerdir.
Dergahlar adeta güzellik mektebi olmuştur.
Toplumun ıslahında çok mühim hizmetleri yerine getirmişlerdir.
Ancak tarikat ve cemaatler ne zaman ki asli görevlerinden saptılar...
Bu milletin harcı olma vazifesinden başka alanlara yöneldiler...
Varlık sebeplerini yok sayarak İslami hassasiyeti olmayan...
İslami değerleri yok etmek için mücadele etmiş politika örgütlerine yelken açtılar...
Dahası tam politize olarak...
Ticaret ve siyasetin tam göbeğinde yer aldılar...
O vakit yabancı istihbaratların gözdesi haline geldiler.
Artık tarikat ve cemaatler (elbette bu şartları taşıyanları kastediyoruz) büyük iktisadi güç olunca asli vazifelerini yok saydılar.
Unuttular.
Varlıklarına kezzap suyu dökenlerle birlikte hareket eder oldular. Gelinen noktada hüküm cümlesi şudur:
Tarikat ve cemaatlerin asıllarına dönmeleri lazımdan da öte elzemdir. Tarikat ve cemaatler...
Siyasetin içine dalmadan...
Kapitalist ekonomik düzenin kompradoruna dönüşmeden...
Aslına dönmeyi derhal başlatmalıdırlar.
O vakit cemaat ve tarikat pirlerinin yoluna rücu etmiş olurlar.
Eğer yapmazlarsa -mevcut- tarikat ve cemaatlerin liderleri için söylenen harici ve dahili istihbarat ilişkilerine inanmaya başlayacağız demektir.
Çok dikkat edilmesi gereken başka bir husus ise şudur:
Yolsuzluk ve usulsüzlüklere bulaşmış olanlar mutlaka ama mutla hukuk çerçevesinde -ister fahri olsun ister resmi görevli olsun- tarikat ve cemaatlerin başından el çektirilmelidirler.
Yönetme makamındakiler...
Hukuk çerçevesinde...
Suçlu ile suçsuzu birbirine karıştırmadan...
Yeni bir mağduriyet algısı oluşturmamalıdırlar.
Hele hele tarikat ve cemaatlerin içişlerine karışarak yön vermeye kalkışmak...
Mevcut tarikat ve cemaat yapısına karşı olup; ama, sevgi besleyenleri mevcut yapıya eklemlenmesine zemin hazırlanmış olunur ki...
O zaman gerçek anlamda cemaat ve tarikatların aslına rücu aşamasının hayata geçmesi imkânsız hale gelir.
Özellikle seküler kesimin ekmeğine yağ sürülecek bir mücadele, anlamsızlaşır.
Çok dikkat edilmesi gereken bu hususu ilgililerin de düşündüğünden zerrece şüphe duymuyoruz.
Zira bu ve benzeri konjonktürde McCarthycilik yapanlar çok olur.
Böylesi bir durumun onarılması mümkün olmayan yaralar açacağını da unutmamak gerekiyor.
Çok da konuyu uzatmaya gerek yok.
Tarikat ve cemaatler, siyaset ve ticaretin merkezi değil; hizmetin merkezi olmalıdır.
Aksine -kim ne derse desin- fiziken yok olmasa da Protestan bir yapıya dönüşmeleri kaçınılmaz olur.
Bu durumda zaten ortada hizmet yoktur. Tepedekilerin ikbal mücadeleleri vardır.
Meraklısına: McCarthycilik ya da İkinci Kızıl Panik, 1940'lı yılların sonunda başlayıp 1950'li yılların sonuna değin ABD'de sürmüş antikomünist kuşkuculuğunu belirtmektedir. İkinci Kızıl Tehlike olarak da anılan terim, adını ABD senatörü Joseph McCarthy'den almaktadır.

Bu dönemde, çeşitli durumlardan ötürü türlü insanlar komünist ya da komünist duygudaşı olmakla suçlanmış, özel ve devlet kurumlarınca saldırgan soruşturmalarla karşı karşıya kalmışlardır.
Bu dönem süresince, birçok insan işten kovulmalara, işyerlerinin yok edilmesine ve tutuklanmalara maruz kalmıştır. Bu olaylar, Soğuk Savaş'ın bir parçası olmuştur (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/McCarthycilik).