Türkiye’nin, hatta dünyanın en kaliteli kestanesinin Nazilli’de yetiştiğini artık bilmeyen yok. Toprağın bereketi, iklimin dengesi ve yılların tecrübesi bu coğrafyada öyle güzel bir ürün ortaya çıkarıyor ki; aroması, parlaklığı, iriliği başka hiçbir yerde yok. Rakamlara da bakınca üretimde zirvedeyiz. Ama iş pazarlamaya geldiğinde ne yazık ki aynı başarıyı gösteremiyoruz.
Bugün kestane şekeriyle meşhur olan Bursa’nın raflarına bile kestane Nazilli’den gidiyorsa, durup düşünmenin zamanı çoktan gelmiş demektir. Ürünü biz yetiştiriyoruz ama markayı başkaları yapıyor. Değerli olanı biz veriyoruz ama katma değeri alan yine başkaları oluyor. Üretim birinciliğiyle övünürken pazarlamadaki eksiklik yüzünden kendi ürünümüzün gölgesinde kalıyoruz.
Nazilli’nin bu konuda kendine bir çeki düzen vermesi şart. Çünkü artık dünya sadece üreteni değil, markalaşanı konuşuyor. Ambalajı, satışı, tanıtımı güçlü olan kazanıyor. Biz ise hâlâ “Zaten biliniyoruz” rehavetinin içinde ayakta durmaya çalışıyoruz.
Oysa doğru bir stratejiyle Nazilli kestanesi sadece Türkiye’de değil, dünyada bir marka olabilir. Coğrafi işaretle taçlanan, modern tesislerde işlenen, dijital pazarda yer bulan, her paketiyle Nazilli’nin adını duyuran bir ürüne dönüşebilir. Çiftçisinden tüccarına, yerel yöneticiden girişimcisine herkesin bu hedefe odaklanması gerekiyor.
Nazilli’nin kestanesi zaten dünya markası kalitesinde. Eksik olan tek şey, bunu dünyaya bizim anlatmamız. Başkalarının değil, Nazilli’nin kazandığı bir model kurmanın zamanı geldi de geçiyor.