Her şey o iki minik gözün dünyaya açılmasıyla başlar. O saatten sonra siz etinizle kanınızla “anne”sinizdir artık. O mis kokuyu içinize çekersiniz ve başlarsınız. Uykusuzluk, yorgunluk, stres, kaygı size en yakın duygulardır çoğu zaman. Ama bir gülüşü yeter tüm olumsuzlukları götürmeye. Bir Afrikalı atasözü der ki: “Bir çocuk büyütmek için koca bir köy gerekir.” Ne kadar derin ve güzel bir söz. Özellikle yeni doğum yapmış bir anne için muhteşem bir yardım çağrısı. Bizim geleneklerimize göre de “40 çıkması” “al basması” diye adlandırılır doğumun ilk günleri. Bahsedilen hurafelerin aksine anneyi ve bebeği korumak içindir bu günler aslında. Özellikle anneyi yalnız bırakmamak adına 40 gün boyunca anneye her konuda yardımcı olunması gerekir. Bilimsel olarak da doğumun ilk 6-8 haftasına denk gelen bu döneme “lohusa dönemi” denir. Lohusalık dönemi kadının gebelik döneminde vücudunda oluşan değişimlerin eski haline dönme sürecidir. Birçok soru işaretini içinde bulunduran lohusalık sürecinde anne bir yandan bebeğiyle ilgilenirken bir yandan da bedensel ve psikolojik olarak kendisini toparlamaya çalışır.
Bu dönemde anneye yeterli destek sağlanmazsa, anneye birazcık da olsa dinlenme fırsatı verilmezse bu anneliğin en özel ilk günleri yerini “Postpartum Depresyon” yani Doğum Sonrası Depresyon’a bırakır. Ve anne için karanlık bir dönem başlar.. Küçük bir canlının bakımıyla yeteri kadar mücadele eden anne bir yandan da karanlık düşüncelerin, yalnızlığın, çaresizliğin ve yetersizlik duygusunun esiri olmuştur artık. Evin dağınıklığı, düzenli yemek pişmemesi, her işi eskiden olduğu gibi zamanında yapamamak anneyi daha da dipsiz kuyulara çeker. İşte bu süreçte birilerinin o annenin elinden tutması çok önemlidir. Siz aldanmayın bizim zamanımızda sendrom mu vardı diyenlere. Evet bu kadar yoktu çok haklısınız. Çünkü o zaman geniş aile kavramı vardı toplumumuzda. O devirlerde aileler kalabalık, daha bir arada yaşanıyor, konu komşu iç içeler. Kapıyı çalıp; “müsaitseniz akşam annemler size gelmek istiyor” muhabbetlerinin döndüğü zamanlar işte, anlayın. Evler dolup taşıyor, büyük olan küçüğe bakıyor, anne yemek yaparsa teyze bebeği oyalıyor, anneanne babaanne var, hiç olmazsa aynı apartmanda ki komşunun küçük kızı gelip  oynuyor evde miniklerle. Bugünün “oyun ablası” anlayacağınız. Ve unutmayalım ki her bireyin bazı süreçleri yaşama şekli birbirinden farklı olabilir. Önceliğimiz bireysel farklılıklara saygı duymak olmalı. Sorgulamak yerine çözüm bulma odaklı olup bir annenin ve bebeğin mutlu olmasına destek olsak ne kadar güzel olur oysa ki.. İstatistiklere bakıldığında; her 5 kadından 1'inin lohusa depresyonu geçirdiği tespit edilmiştir. Dünyada da 15-21 Aralık Lohusa Sendromu Farkındalık Haftası olarak kabul edilmiştir. Gelin bizler de hep birlikte anneye destek olarak bir bebeğin mutlu bir anneyle yol alma sürecinin bir parçası olalım. Sevgili bebek görmeye gelen misafirler; bırakın şu: “Emiyor mu? “Kaç kilo bu çocuk aa zayıf doğmuş!” “Gazı var bunun” “Üşür o çocuk annesi” cümlelerini. Sıcacık bir çorbayla samimi bir gülümsemeyle fethedin annemizin gönlünü.. Sevgili büyüklerimiz; elbette çok tecrübelisiniz elbette çok fazla çocuk büyüttünüz saygımız sonsuz. Ama bırakın her anne kendi bebeği üzerinde söz hakkına sahip olsun. Sizler tecrübelerinizi aktarın destek olun annelere. Sizsiz her şey çok anlamsız. Ve sevgili eşler; en büyük görev size düşüyor bu süreçte.Bir kadının en çok ihtiyacı olan şey sizin desteğiniz. Siz olmadan kendini hep eksik, yalnız ve kimsesiz hissedecektir. Babalık sizin için de çok yeni bir tecrübe biliyorum ama eşinizle bir olunca çok güçlüsünüz buna inanın. Sahi ne diyordu Peygamber Efendimiz: Cennet annelerin ayakları altındadır. Sevgiliyle kalın..