Sokaklarda oyunlar oynayarak büyüyen çocuklardık biz.
Nasıl oldu da kendi çocuğunu evinin bahçesinde bile oynatamayan bireylere döndük, biraz bunu konuşalım. Oysa sokaklar ne güzeldi. Nostalji yapacak değilim ama ’90’ların çocukları olarak sanki biz daha çok eğleniyorduk..
Sokaklar bizimdi o zamanlar, arabalar daha azdı ya da yavaş giderdi sokak aralarında, eve girmemek için bin bir takla atar ama akşam ezanı okunmaya başlar başlamaz ışık hızıyla eve koşar, oyun oynamaktan pancar gibi olmuş suratlarımızla karşılardı annelerimiz bizleri..
Neler neler oynamazdık ki? Mahallede sınırlı sayıda çocukta bulunurdu top. O yüzden topla oynanan oyunlar revaçta olurdu. En sevileni elbette yakan top ya da diğer adıyla ortada sıçandı. Şimdi her çocuğun evinde yüzlerce oyuncak ve top var ama bir arada oyun oynayabilme becerisi neredeyse hiç yok. Ah o çarpan toplar yüzünden kaç yerimizde çürükler oluştu acaba. Şimdi daha bir çocuk topu eline alır almaz başlıyor anne baba dikkat et bak top yüzüne çarpar dikkat et bak ayağın takılır.
Top oyunlarından bir diğeri de istop ya da renkli istoptu. Topu tutan oyunculardan birinin adını söyler, o kişi de topu havada yakalamaya çalışırdı. Yakalarsa ne ala, yakalayamazsa herkes kaçar, ismi söylenen istop der ve bir renk söylerdi. O renklerde neler neler yoktu ki. Yavruağzından, nar çiçeğine, nil yeşilinden, katran siyahına kadar bütün renkler vardı o oyunlarda. Bugünün grafikçileri işte buralarda yetişti. Şimdi ver tableti çocuğun eline öğrensin renkleri. Bilgi daha ulaşılır evet ama daha keyifsiz sanki. Beştaş, çelik çomak, mendil kapmaca, saklambaç ve daha niceleriyle geçti çocukluğumuz. Kendi çocuk parkımızı kendi yarattığımız zamanlar. Evet şimdilerde sokaklar güvenli değil daha kalabalık daha karmaşık. Yine de imkanlar daha çok her yer çocuk parklarıyla çocukların güzel etkinlikler yapacağı alanlarla dolu..
Ne yazık ki çocuk parklarında ebeveynler tarafından en çok duyduğum cümleler: Dikkat et bak düşeceksin, koşma terlersin, zıplama ayağın takılır, oynama toprakta üstün çamur olur, gitme o çocuğun yanına çok pis, elleme oraları bak kediler yatmış orda. Maalesef parklar çocuklarının başından bir saniye bile ayrılmayan onları sürekli olumsuz cümlelerle uyaran sürekli kontrol eden ebeveynlerle dolu.
Bir söz var: “Eskiler; "Çocuğum düşersin" demezmiş, "Düşmeyesin çocuğum" dermiş.
Sorduklarında da: "Ağızdan çıkan söz dua hükmüne geçer" dermiş.
Ne kadar doğru. Çocuğunuza her şartta güvenmeli, seçimlerine saygı duymalı, koşulsuz sevgi vermelisiniz. Kendisine güvenilen ve kararlarına saygı duyulan, sevildiğini bilen çocuk, özgüveni yüksek olacak, kendini ve karşısındakini sevecek, kendi değerini bilmenin yanı sıra değer veren bir birey olacak, onaylanma ihtiyacı duymayacağından istemediği bir hayatı yaşamak zorunda kalmayacaktır.
İlkokul seviyesine gelmiş çocuklar görüyorum kendi yemeğini bile yiyemeyen, ayakkabısını giyemeyen, kıyafetini değiştiremeyen..
Çocuğunuzun her işini üstlenmemeli, küçük yaşlardan itibaren fiziksel ve zihinsel gelişimine uygun sorumluluklar vermelisiniz. Ayakkabısını kendisinin giymesine, mamasını üstüne dökerek de olsa kendi yemesine izin vermek gibi küçük sorumluluklar, çocuk için büyük anlam ifade eder. Her yaşta belli sorumluluklarla karşılaşan çocuk hazırcılığa alışmayacak, kendine yetebilmenin derin hazzını alacak, zorluklar karşısında yılmayacak, kendi kendine çözüm üretmeyi öğrenecek, hatalarından ders alarak tecrübe kazanacaktır.
Ne olur sanki küçük yaramazlıklarına göz yumsanız. Çamurda oynamak, duvarı çizmek, üstünü ıslatmak gibi eylemler çocuğun hayal gücünü ve üretkenliğini ortaya koyma çabalarıdır. Bunları hemen bastırmamalısınız.
Yani siz zaten düşeceksin yapma dediğinizde çocuk o hareketi yapmaktan geri mi duruyor. Tamam annecim evet düşerim doğru söylüyorsun mu diyecek 2-3 yaşındaki çocuk. Yürümekten, koşmaktan asla vazgeçmeyecek ki geçmesin de zaten. Evden dışarı çıkmayan üstü kirlenecek diye toprakta yürümeyen çocukların gurur duyulacak bir yanı yok maalesef. Yurtdışına göç etmiş bir annenin bir paylaşımına denk geldim geçenlerde. Çocuğu 2,5 yaşında orada kreşe vermiş. En çok zorlandığı şey kendi çocuğunun oradaki çocuklar gibi tek başına kaydırağın merdivenlerinden çıkıp kayamaması, tahterevalliye binememesi. Biz çocuklarımızı fazla hassas yetiştirmişiz diye sitem ediyor. Haklı da. Korumacılıkla rahatlık arasındaki ince çizgiyi ayırt edemiyoruz. Düşersin, dökersin, kırarsın demeyen anne “rahatlıkla(!)” etiketleniyor bizim ülkemizde. Oysa rahatlık kelimesi çocuğunun önüne telefon koyup evinin tertemiz kalmasını sağlayan çocuğunu hiç düşmeden büyüten bir ebeveyne daha çok yakışır bence.
Hepimiz düşe kalka büyüdük. Bırakın çocuklarımız da öyle büyüsün. Bırakın kıyafetleri kirlensin e şimdi daha kolay yıkamak at makineye gitsin. Dizlerimiz kanaya kanaya oynamaya devam ederdik hatırlayın. Şimdi çocuklar eline çimen değse ağlaya ağlaya annesine koşuyor. Bırakın düşsünler, ve yine bırakın kendi ayakları üzerinde durmayı öğrensinler. Şimdi bazı şeyleri içinizden konuşmayı öğrenin: düşersin çocuğum evet, ama ayağa kalkmasını da bileceksin. Ben buradayım senin için varım ama hayatın engebeli yollarında bir birey olmayı da öğrenmen gerek..
Sevgiyle kalın..