Asgari ücretin düşüklüğü, sendikal örgütlenme önündeki engeller, grev yasakları gibi bir dizi konuda kötü bir karneye sahip Türkiye, OECD ülkeleri arasında en uzun çalışma saatlerinin olduğu ülke aynı zamanda.  Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre Türkiye, mesainin en uzun olduğu ülkeler sıralamasında ilk sırada yer alıyor. Rapora göre haftalık 50 saat ve üzerinde çalışanların oranı ülkemizde yüzde 43,3. Türkiye'den sonra en kötü performans gösteren ülkeler ise yüzde 28,8 ile Meksika, yüzde 27,1 ile Güney Kore. Yıllık olarak bakıldığında OECD’de ortalama çalışma süresinin 1765 saat olarak belirlenmesine rağmen Türkiye’de toplam çalışma süresi 1855 saattir. Türkiye'de haftalık yasal çalışma süresi 45 saat ancak her çalışan ortalama 4 saat fazla çalışıyor. Türkiye'de, tüm çalışanların dörtte biri haftada 60 saatten fazla çalışıyor ve bu çalışanların bir kısmını hekimler oluşturuyor. Sonuç olarak baktığımızda uzun çalışma süresinde Türkiye, OECD şampiyonu! 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 99. maddesi uyarınca sağlık çalışanların haftalık çalışma süresi 40 saattir. Maddenin devamında özel kanunlarla yahut bu kanuna veya özel kanunlara dayanılarak çıkarılacak tüzük ve yönetmeliklerle, kurumların ve hizmetlerin özellikleri dikkate alınmak suretiyle farklı çalışma sürelerinin belirlenebileceği düzenlenmiştir. Kamu görevlisi hekimlerin günlük çalışma sürelerine yönelik bir üst sınır belirtilmemiştir. Yine haftalık ya da günlük normal çalışma sürelerinin dışında, fazla çalışma sürelerinin üst sınırını belirleyen bir düzenleme de yoktur. Fazla çalışmanın üst sınırının olmaması, hekimlerin dinlenme haklarını ortadan kaldırıcı uygulamalara yol açmaktadır. Bugün hekimlerin büyük çoğunluğu günlük mesai, icap nöbet, yatılı nöbet dahil olmak üzere haftalık 90 saatin üstünde çalışabiliyorlar. Oysa yeterli dinlenme olmaksızın insanların çalıştırılması daha yüzyılın başında yasaklanan bir çalışma biçimidir. Avrupa Birliği Mahkemesi’nin 03.10.2000 tarihli SİMAP, 09.09.2003 tarihli JAGLER ve 11.01.2007 tarihli VOREL kararında, hekimlerin nöbetler dahil haftalık çalışma sürelerinin en çok 48 saat olabileceği belirtilmiştir. Hekimler arasında en uzun süreli çalışan hekim grubu asistanlardır. Diğer iş kollarında ve mesleklerde haftalık yasal çalışma süresi 45 saat iken, hastanelerde asistan hekimler sıklıkla haftalık 100 saatin üzerinde çalışıyorlar. Üstelik bu durum neredeyse bütün asistanlık süresi boyunca da devam ediyor. Sorunun hem hekimler hem de hastalar açısından ne gibi ağır sonuçlara yol açabileceği tahmin edilebilir. Bu konudaki bir araştırma şunu gösteriyor: Haftada 90 saatin üzerinde çalışan asistan hekimlerin nörodavranışsal (dikkati yoğunlaştırma, refleks süresi gibi) performansları, kanında yüzde 0.04-0.05 gram alkol bulunan içki içmiş bir kişinin performansı düzeyinde, hatta bazı bakımlardan daha bile aşağıda. Burada sözü edilen alkol miktarı Avrupa’da kişinin araba kullanamayacağını belirleyen sınırdır. Demek ki başta asistan hekimlerimizin olmak üzere pek çok hekimin tabi olduğu çalışma koşullarının yol açtığı nörodavranışsal performans düzeyi araba kullanmalarına izin vermeyecek derecede kötü. Şimdi burada sorulması gereken soru şudur. Şuur, dikkat, refleks bakımından araba kullanılmasına izin verilmeyen bir hekime hasta muayene ettirilmeli midir ? Siz hasta olarak böyle bir hekime muayene veya ameliyat olmak ister misiniz ? Yada hastaların can güvenliği bir araçtan daha mı az kıymetlidir ? İngiltere’de yapılan bir araştırmada uzun çalışma ve nöbetlerin çalışanların beden ve ruh sağlığını bozduğu, hatta kanserojen olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanları bu kadar uzun süre çalışmalarına rağmen bu çalışmaların karşılığını maddi, manevi ve özlük hakları olarak alamamakta, yıpranmaktadır. Türkiye’de bir kaza yerine giden polis, jandarma, itfaiye çalışanına yıpranma payı verilmekte, hatta bunu haber yapan gazeteciye bile mesleki yıpranma payı verilmekte ama yaralıya tek müdahale etme yetkisi olan hekimlere ise yıpranma payı verilmemektedir. Bu örnek hekimlerin mevcut sağlık uygulamaları içinde ne kadar ötelendiğini, dışlandığını, sahipsiz bırakıldığını, çalışma dışında sistem içinde de yıpratıldığını göstermesi adına önemlidir. Unutulmamalıdır ki hekimlerin kendilerini mesleki olarak özgür ve mutlu hissetmediği, bedenen ve ruhen dinlenik olmadığı bir sağlık sisteminde hastalarında aldığı sağlık hizmetlerinden mutlu olması, kaliteli sağlık hizmeti alması, hekimine güven duyması mümkün olamayacaktır. Hekimlerde insandır, insanlara bakmaktadır ve insanca yaşamak, çalışmak onların ve hastalarının da hakkıdır.