Geçtiğimiz günlerde açıklanan enflasyon rakamları, eğitimdeki sistem krizleri ve ardı arkası kesilmeyen adaletsizlik örnekleri... Türkiye bir kez daha ağır bir gündemin tam ortasında. Fakat ilginç olan şu: Toplumun büyük bölümü, artık konuşmak bile istemiyor. Sanki olanı biteni izleyen ama yorum yapmaya mecali kalmamış bir kalabalık var karşımızda.
Artık her yeni zam haberi “alışıldık” bir sızıya dönüşüyor. Üniversite mezunu gençler, hayat kurmak bir yana, günü kurtarmaya odaklanıyor. Veliler, çocuklarını özel okula değil devlet okuluna kaydettirirken bile masrafların altından kalkamıyor. Ama kimse yeterince ses çıkarmıyor. Tepkiler sosyal medya paylaşımlarından öteye geçmiyor. Oysa bu ülkede sokaklar bir zamanlar sesle, umutla, itirazla doluydu.
Belki de toplumun en büyük yarası, sadece ekonomik değil; duygusal bir yorgunluk. Umut etmek bile lüks gibi hissettiriliyor. Herkes, kendi kabuğuna çekilmiş durumda. “Ben düzeltemem ki” düşüncesi, kollektif sessizliğin anahtarı olmuş.
Ama unutmayalım: Sessizlik, bazen en çok haksızlığa yarar. Çünkü ses duyulmazsa, sorun yokmuş gibi davranılır. Bu da yalnızca sorunların büyümesine neden olur.
Artık alışkanlıklarımızı, sessizliğimizi ve konfor alanlarımızı sorgulama vakti. Çünkü bir ülkenin geleceği, sadece sandıklarda değil; sokaktaki ses tonunda, öğrencinin hayalinde, öğretmenin idealinde ve vatandaşın direncindedir.