Yoksulluk, maddi nitelikteki mahrumiyetler nedeniyle kaynaklara ve üretim faktörlerine erişememe ve asgari bir yaşam düzeyini sürdürecek gelirden yoksun olma halidir. Yoksulluğun ve eşitsizliğin olduğu bir dünya her zaman için ekolojik ve diğer krizlere eğilimlidir.
İyi beslenmeyen toplumlardan doğal kaynakları koruma ve geliştirme gibi fedakârlıklar beklenemez. İşsiz bir insan için çalıştığı fabrikanın havayı, suyu ve toprağı kirletmesi önem arz etmez. Bu ülkelerde çevre problemlerinin çözülmesi için öncelikle yoksulluğun azaltılması gerekmektedir.
Yoksulluk insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Sanayi devriminden bu yana, dünya genelinde inanılmaz bir üretim ve gelir artışı sağlanmış olmasına rağmen, yoksulluk ne yazık ki çözülememiştir. Her yıl 18 milyon insan yoksulluğa bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu rakam bir yıldaki bütün ölümlerin yaklaşık üçte birine eşittir.
Yoksulluğun ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, hatta aynı bölge içinde bile farklılaşması, ortak bir tanımının yapılmasını da zorlaştırmaktadır. Bireylerin yaşamı için zorunlu olan temel ihtiyaçlardan birinin tam olarak karşılanamaması ve buna bağlı olarak insanların temel yaşam koşullarının bozulması bütün tanımların vurguladıkları ortak noktadır. Yoksulluk genel olarak az gelişmiş ülkelerin bir sorunu olarak kabul görmekle birlikte, yeni dünya düzeni ile birlikte yoksulluğun gelişmiş ülkeleri de içinde alacak şekilde giderek yayıldığı görülmektedir.
Genel olarak mutlak, göreli ve insani yoksulluk şeklinde üç tür yoksulluktan bahsedilmektedir. Mutlak yoksulluk, hane halkının ya da bireyin asgari yaşam düzeyini sürdürebilmesi için gerekli, yalnızca en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaması durumudur. Dünya Bankası’nın 1990’daki çalışmasına göre bir insanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli minimum kalori miktarı olan 2.400 kalorilik gıda sepetinin fiyatı, mutlak yoksulluk sınırı olarak belirlemiştir.
TÜİK ise 2008 yoksulluk çalışmasında Gıda ve Tarım Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen yetişkin bir kişinin minimum harcaması gereken günlük kalori değeri 2.100 olarak belirlenmiştir. Temel ihtiyaçlarını mutlak olarak karşılayabilen ancak kişisel kaynakların yetersizliği yüzünden toplumun genel refah düzeyinin altında kalan ve topluma sosyal açıdan katılımları engellenmiş olanlar göreli yoksullardır. İnsani yoksulluk kavramı, okur-yazarlık, yetersiz beslenme, kısa yaşam süresi, ana- çocuk sağlığının yetersizliği, önlenebilir hastalıklara yakalanmak gibi temel insanî yeteneklerden / kapasiteden yoksun olmak biçimidir.
Çevre sorunları, günümüz insanlığının en önemli sorunlarından biridir. Bizler insanlık ailesi olarak, tekbir dünyada yaşıyoruz. Neslimizi devam ettirebileceğimiz ve bizden sonra gelen yeni nesillere emanet bırakabileceğimiz dünyamız bizim için çok değerlidir. Biz insanların, yaptıklarından veya yapmakta olduklarından dolayı, yaşadığımız çevrede, doğal kaynaklarımız hızla azalmakta, bazı hayvan ve ağaç türlerinin nesilleri tükenmektedir. Yaşadığımız dünyayı hoyratça kullanmakta, ormanlarımızı yok etmekte, ırmaklarımızı ve göllerimizin berraklıklarını kirletmekteyiz. Bütün bunların bir sonucu olarak, insanlık, mevsimlerin değişikliği ve küresel ısınma ile tanışmaktadır. Neticede açlık ve kuraklık kapımızı çalmaktadır. Bu, insan nesli için çok acıklı bir durumdur. İnsanoğlu, asırlarca yaşadığı dünyayı kendi elleriyle yaşanamaz bir hale getirmektedir.
Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Çevrenin oluşturduğu mükemmel uyum insan tahribatları yüzünden bozulmaya başlamıştır. Çevre; hava, su, toprak, flora, fauna ve yeraltı kaynakları gibi birçok unsurdan oluşmaktadır. Her canlı belli bir ortamda yaşamakta, birçok ihtiyacını çevresinden karşılamakta ve hayatını devam ettirebilmesi için mutlaka dış dünya ile enerji ve madde alış verişi yapmak zorundadır. Canlıların birlikte ve uyum içinde gelişmelerini ve varlıklarını sürdürdükleri ekolojik denge insanlar tarafından tahrip edildiği için canlıların sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamlarını sürdürmeleri tehlikeye girmiştir.
Çevrede meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etki çevre kirliliği olarak tanımlamaktadır. Ekolojik dengeyi bozan olumsuz etkiler ise çoğunlukla hava, su ve toprakta meydana gelen kirlenmelerden kaynaklanmaktadır. İnsanların faaliyetlerinden doğan çevre kirlenmesini fiziksel, kimyasal, nükleer ve gürültü çıkaran faaliyetler olarak sıralayabiliriz.
Dünya genelindeki hızlı nüfus artışı ve yasam düzeyinin yükselmesi sonucunda; sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik konularda büyük aşamalar kaydedilmiş, buna bağlı olarak insanların gereksinimleri artmış ve gelişmiş teknoloji ile doğal kaynaklar zorlanarak bunların çevreye olan olumsuz etkilerinde önemli artışlar meydana gelmiştir.
Çevre/yoksulluk etkileşimi bağlamında, kırsal kesimde odaklanılması gerekenler toprak, orman, biyolojik çeşitlilik ile göl/deniz/akarsu kaynaklarının kullanımlarıdır. Kentsel kesimde odaklanılması gerekenler ise evsel ve sanayi atıklarının bırakıldığı hava, su ve karadaki kirlenmedir.
Kalkınma ve gelişme ile birlikte ülkelerin enflasyon, işsizlik gibi temel sorunlarının yanında çevre sorunları da önemli hale gelmiştir. Suyun, havanın, toprağın, kısacası doğanın kirlenmesi anlamındaki çevre sorunlarının yanısıra her türlü insan yerleşmelerinin, sağlık, beslenme, eğitim, çalışma, gelir, yeşil alan ve konut gibi tüm sorunları ile ilgilenen, “yaşanabilirlik" kavramına en geniş anlamını veren bir çevre anlayışı ağırlık kazanmaktadır. İnsan için elverişli bir yaşama ve çalışma çevresi oluşturmak amacı ile ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesinin zorunluluğu açıktır. Ne var ki kalkınma ile çevre sorunlarının çözümü genellikle birbirine karşıt olarak görünür. Gelişmiş ülkelerde üretim artışı, bir yandan yenilenemez kaynakların hızla tükenmesine, diğer yandan da özellikle su ve hava kirlenmesinin artmasına ve böylece bunların kıt kaynaklar haline gelmesine yol açmaktadır.
Türkiye’de küreselleşme ve liberalleşme politikaları sonucunda en çok etkilenen kesim tarım sektörüdür. Tarım sektöründe dış ticaret serbestliği, korumacı politikaların tasfiyesi, uluslararası anlaşmalar ve özelleştirme temelinde gerçekleştirilen uygulamalardan tarım kesiminden geçimini sağlayanlar önemli ölçüde etkilenmişlerdir. Tarım politikaları; küçük işletmeye sahip olan çiftçileri ve topraksız kırsal nüfusu etkilemektedir. Buna bağlı olarak kırsak nüfusu yoksulluğa, işsizliğe, kente göçe ve sigortasız çalışmaya zorlamaktadır. Bütün bu aşamalarda, kırsal alanda artan yoksulluk ülke genelinde ciddi sorunlara neden olmaktadır. Yoksulluk, gelişmekte olan ülkelerde sadece ekonomik yetersizlik değildir. Yoksulluk olgusu aynı zamanda, doğal çevrenin tahribatı konusunda baskı yaratmakta, toplumsal dinamikleri etkilemekte kültürel ve siyasi yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir.Yüksek gelirin doğal kaynakların yönetiminde gelişme sağlaması beklenir. Halbuki bizim yüksek gelirin daha fazla bozulmaya katkı yapma ihtimalini de göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.
Yoksullaşmanın çevresel nedenleri genel olarak doğal süreçler sonucu ortaya çıkan gelişmeler ve insandan kaynaklanan nedenler olmak üzere iki kısma ayrılabilir. İlkinde deprem, tsunami, heyelan, soğuk ve sıcak hava dalgaları, çökme, çölleşme vb. durumlar dünyanın yer hareketleri nedeniyle oluşan gelişmeler olup insanın bu konuda yapabileceği fazla bir şey yoktur. İkincisi, insan faaliyetlerinden kaynaklanan sanayileşme, kentleşme, tarımda bilinçsiz uygulamalar, enerji santrallerinin yapımı vb. nedenlerle tarımsal alanların zarar görmesinden kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak bakıldığında yaşamın devamı için zorunlu kaynakların en önemlileri birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan toprak, su ve havadır. Yaşamın kaynaklarından olan tarımsal kaynakların yetiştirilmesi için nadiren hava, su ve topraktan en az birine; çoğunlukla ise bu kaynakların bir arada bulunması gerekir. Yoksulluk, genel anlamıyla, insanların yaşamlarını devam ettirebilmesi için temel ihtiyaçlarını karşılamada acze düşme durumudur. Her türlü canlı ve canlı olmayan şeyin bulunduğu fiziksel alanlar ve ortamlar çevredir. Çevrenin en büyük düşmanı her zaman olduğu gibi insandır. Yoksulluk ve çevre arasındaki bağlantılar, birinin kırsal veya kentsel ortamda olmasına bağlı olarak farklı biçimler almaktadır. Kırsal alanlarda, temel sorunlar arazi, ormanlar veya balıkçılık bölgeleri gibi doğal kaynaklara erişim ve bunların sürdürülebilir kullanımı ile ilgilidir. Kentsel alanlarda, insan ve sanayi atıklarının suya veya havaya boşaltılmasıyla ve bunun fakirler için yarattığı yankılarla ilgilidir.