Su, sadece insanlar için değil ekosistemi oluşturan tüm bitki ve hayvanlar için yaşamın temel unsurlarından biri olup sosyal ve ekonomik değeri olan doğal bir kaynaktır. Küresel ısınma neticesinde meydana gelen iklim değişikliği ile birlikte; kuraklık, nüfus artışı, sanayileşme, tarım faaliyetleri ve kişi başı tüketilen su miktarının artmasıyla yaşanan/yaşanacak olan su sıkıntısı, su kaynaklarımızın verimli bir şekilde kullanılmasını, korunmasını ve kirletilmesinin önlenmesi ile birlikte iyileştirilmesi çalışmalarını mecburi kılmaktadır.
Kentsel atıksular, endüstriyel atıksular ve tarımsal alanlardan gelen yüzeysel akış suları su ortamının fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçlerini doğrudan ve dolaylı bir şekilde etkileyerek, su kalitesinin bozulmasına sebep olmaktadırlar.
Mevcut ve gelecekteki su gereksinimlerin karşılanabilmesi için, su kaynaklarının yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve çevresel faktörleri de kapsayacak entegre bir yönetim yaklaşımı ile ele alınması gerekir.
Avrupa Birliği entegre yönetimi benimseyerek, su mevzuatını Su Çerçeve Direktifi (SÇD) ile uygulamaya geçirmiştir.
Su Çerçeve Direktifi ile bağlı direktiflerdeki “Havza Bazlı Entegre Su Yönetimi Yaklaşımı” Türkiye’de de benimsenmiştir. Türkiye’de hassas su alanların belirlenmesi ve yönetilmesinde yasal düzenlemeler yapılmıştır.
“Tarımsal Kaynaklı Nitrat Kirliliğine Karşı Suların Korunması Yönetmeliği “ 18/2/2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Tarımsal kaynaklı nitratın suda neden olduğu kirlenmenin tespit edilmesi, azaltılması ve önlenmesi amacıyla yayımlanan yönetmelik; yer altı, yer üstü suları ve topraklarda kirliliğe neden olan azot ve azot bileşiklerinin belirlenmesi, kontrolü ve kirliliğin önlenmesi ile ilgili teknik ve idari esasları kapsamaktadır.
Yönetmelikte, tüm sularda kirlenmeye karşı genel bir korunma düzeyi sağlamak amacıyla iyi tarım uygulama esasları, belirlenmiş hassas bölgelere ilişkin oluşturulan farklı eylem programları ve izleme programları ile ilgili esaslar da ortaya konulmuştur.
Türkiye’de Çevre Kanunu kapsamında “Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği” 08/01/2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik ile kentsel atıksuların toplanması, arıtılması ve deşarjı ile belirli endüstriyel sektörlerden kaynaklanan atıksu deşarjının olumsuz etkilerine karşı çevrenin korunması amaçlanmaktadır. Kentsel Atıksuların Arıtımı Yönetmeliği uyarınca hassas su alanları ve az hassas su alanlarının tespiti, izlenmesi ile bu alanlara yapılacak kentsel atıksu deşarjlarının tabi olacağı usul ve esaslarını belirlemek amacıyla, 27/6/2009 tarihinde “Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği Hassas ve Az Hassas Su Alanları Tebliği” yürürlüğe girmiştir.
“Yeraltı Sularının Kirlenmeye ve Bozulmaya Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik” 7/4/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Fakat bu yönetmelik Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanununa konu olan sular dışındaki tüm yeraltı sularını kapsamaktadır.
Bu Yönetmeliğin amacı, iyi durumda olan yeraltı sularının mevcut durumunun korunması, yeraltı sularının kirlenmesinin ve bozulmasının önlenmesi ve bu suların iyileştirilmesi için gerekli esasların belirlenmesidir.
“Su Havzalarının Korunması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmelik” 17/10/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin amacı, yüzeysel sular ve yeraltı sularının bütüncül bir yaklaşımla miktar, fiziksel, kimyasal ve ekolojik kalite açısından korunması için su havzaları yönetim planlarının hazırlanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Yönetmelikte tanımlanan “Yönetim planlarının hazırlanmasına ilişkin esaslar” Su Çerçeve Direktifinde belirtilen “Nehir Havzası Yönetim Planları” ile örtüşmektedir.
“Yüzeysel Su Kalitesi Yönetimi Yönetmeliği” 30/11/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikte amaç, yüzeysel sular ile kıyı ve geçiş sularının biyolojik, kimyasal, fiziko-kimyasal ve Alangüllü ve Hıdırbeylide JES’lere yakın 4 artezyen kuyularından kalitelerinin belirlenmesi, sınıflandırılması, su kalitesinin ve miktarının izlenmesinin sağlanması, bu suların kullanım maksatlarının sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde koruma-kullanma dengesi de gözetilerek ortaya konulması, korunması ve iyi su durumuna ulaşılması için alınacak tedbirlere yönelik usul ve esasların belirlenmesidir. “Yüzeysel Sular ve Yeraltı Sularının İzlenmesine Dair Yönetmelik” 11/2/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik ile ülke genelindeki tüm yüzey ve yeraltı sularının miktar, kalite ve hidromorfolojik unsurlar açısından mevcut durumunun ortaya koyulması, suların ekosistem bütünlüğünü esas alan bir yaklaşımla izlenmesi, izlemede standardizasyon ve kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanmasına yönelik usul ve esasların belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu Yönetmelik, kullanım amaçlarına bakılmaksızın, jeotermal kaynaklar ve deniz suları hariç, kıyı şeridinden bir deniz miline (1812 km) kadar olan kıyı sularının ve kıta içi yüzey sularının, geçiş sularının, yeraltı sularının ve doğal maden sularının izlenmesine ilişkin hususları kapsamaktadır. “Durgun Yerüstü Kara İç Sularının Ötrofikasyona Karşı Korunmasına İlişkin Yönetmelik” 26/2/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik göl, gölet ve baraj göllerinin ötrofikasyona karşı korunmasına ilişkin ilke ve esasların belirlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.
Türkiye’de 2004-2014 yılları sürecine baktığımızda yerüstü ve yeraltı sularının endüstriyel ve kentsel atıksuları, tarımsal kaynaklı zirai ilaçları ile kirliliğinin önlenmesine, Su Havzalarının korunmasına ve yönetilmesine yönelik pek çok yasal düzenlemenin yapıldığı görülmektedir. Fakat burada dikkat çeken nokta jeotermal kaynakların, yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının korunmasına ve yönetilmesine yönelik faaliyetlerden yasal mevzuatlar ile muaf tutulmasıdır. Diğer anlatım ile kanun koruyucu tarafından jeotermal kaynakların peşinen yerüstü ve yeraltı sularını kirletemediği/kirletmeyeceğinin kabul edilmesidir. Tıpkı jeotermallerin temiz, çevre dostu, yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynakları olduğunun peşinen kabul edilmesi, topluma bu algının kabul ettirilmeye çalışılması gibi.
Adnan Menderes Üniversitesinden A.Bülbül tarafından 2014 yılında yapılan çalışmada Büyük Menderes Havzasında Nazilli ve Germencik arası bölgede jeotermal akışkanlar ile yeraltı suları arasında yüzde 0,5 ile 40 oranlarında karışma olduğu saptanmıştır. Orman ve Su İşleri Bakanlığınan Ö.Yıldırım 2015 yılında Büyük Menderes Havzası DSİ Genel Müdürlüğü Su Veri Tabanından alınan verilerle, 2001-2004 ve 2009-2012 yılları arasındaki yeraltı sularında ağır metal seviyelerinin artış eğiliminde olduğunu saptadılar. 2022 yılında DSİ tarafından Alangüllü ve Hıdırbeylide JES’lere yakın artezyen kuyularından alınan su numunelerinde yapılan analizlerde; Demir 20.000, Alüminyum 7.500, Arsenik 5.300, Lityum 5.000, Molibden 4.300, Mangan 4.300, Kurşun 2.900, Nikel 1.900, Krom 400, Baryum 250, Selenyum 200, Kobalt 60, Çinko 15, Bor 8, Bakır 2 kata varan oranlarda artmış olarak saptandı.
Tüm bu araştırmalar Aydın’da yeraltı suları ile jeotermal akışkanlar arasında ilişki olduğunu, yeraltı suları ile jeotermal akışkanların birbirine karıştığını göstermektedir. Türkiye’de jeotermal işletmeciliği ve uygulamalarının sonuçları bu şekilde olmasına rağmen jeotermal kaynaklar siyasi erkin kararı ile yeraltı suların korunması ve yönetilmesine yönelik yasal mevzuatın dışında tutulmaktadır. Bu uygulama ile Türkiye’de hali hazırda jeotermal boruların yerin altında nasıl döşeneceğini ve denetleyeceğini belirleyen herhangi bir yönetmelik olmadan jeotermal işletmeler tarafından şahsi tecrübelerine göre boruların döşendiğini beraber değerlendirdiğimizde, Türkiye’de jeotermal işletmelerin siyasi erk tarafından koruma kalkanı altına alındığını, yasal mevzuat olmadan jeotermallerin kurulmasına ve çalışmasına göz yumulduğu, jeotermal kaynakların aklandığı, temiz enerji kaynağı olduğu dayatmasının yapıldığı görülmektedir.