Yalnızlık… Yalnızlık içinde kaybolmak… Şu geçici dünyada var olma çabası… Birbirine zıt iki durum. Yani, hayatın kendisi zaten zıtlıklarla başa çıkma çabası değil mi? Bazen yokluğa doğru yol almak bazen de hayatın tam ortasında her türlü mücadeleye girmek. Kimimiz içinden çıkılmaz durumlarda çaresizliğe düşüyor kimimiz doğru zamanda, doğru yerde, doğru tercihler yaparak aydınlığa kavuşuyor. Zaten bunu başarabilen hayatın şifresini çözmüş değil midir?

Selim Işık… O kadar da şanslı olamayanlardan. Çocuk yaşında bile güvensiz, okuduğu roman kahramanlarına sığınarak toplumdan kaçan, çevresindeki insanlardan hatta en yakınlarıyla bile arasına duvarlar ören, insanların ikiyüzlülüğünden tiksinerek kendi kabuğunda yaşayan biridir. Dönem dönem samimi olduğu insanlarla bile uzun süreli ve güven verici, samimi ilişkiler kuramaz. Bu güvensizlik ve hayal kırıklıkları ile toplumdan kaçtıkça aklı ona oyunlar oynar ve zamanla gerçek ve hayal birbirine karıştırır. Zihin dünyası ile gerçek hayatı birbirine karıştıkça içinden çıkılmaz durumlara düşer. Selim, bu durumu ile psikololjik buhranlar yaşayan günümüz insanın toplumdan kopmasını ve yalnızlaşmasını temsil eder. Kendini “tutunmayan” olarak nitelendirir.

Turgut Özben.. Mühendis, evli, iki çocuk babası. Selim’in arkadaşı. Selim’in intiharı üzerine büyük bir yıkım yaşar. Ona yardım edememenin, zor anlarında yanında olamamanın ve ölümünün önüne geçememenin ezikliğini yaşar. Öldüğüne inanamaz. Bu acı olay onda bir amaç doğurur: Selim’in niçin öldüğünü-intihar ettiğini- araştırmak. Çünkü o hayata tutunurken, iyi bir iş, eş ve aile sahibi olurken oradan oraya savrulan, yalnızlaşan Selim için bir şey yapamamaktan duyduğu suçluluk… Selim'in etrafındakilerle iletişime geçer ve onun niçin tutunamadığını bulmaya çalışır.

Turgut’un çıktığı bu yolculuk dönemin toplumsal yapısına da bir bakıştır. Türk aydınının kimlik arayışını ve bu arayışın toplum üzerindeki etkilerini ayrıca büyük şehirlerde kalabalıklar içinde yalnızlık çeken, sahte ilişkilerle boğulan insanların dış dünyaya yabancılaşmalarını toplum-birey çatışmasını ortaya koyar. 1960’lı yılların başında orta sınıfın, gelenek ile çağdaşlaşma arasında sıkışmışlığının ruh hali eleştirilir.

Tutunamayanlar, aslında belirli bir olayı ele almaz. Romanda asıl öne çıkan yazarın izlenimleri, çağrışımları, eleştiriler ve ruhsal çözümlemeleridir. O yüzden de okunması zordur. Sadece Selim’in değil diğer kahramanların da zihinlerindeki karmaşa romanın olaylarının aktarımında karşımıza çıkar. Bu teknik anlatım çağdaş romanın da yeni biçimidir: Post modernist roman ve bilinç-akış tekniği. Yazar Oğuz Atay, hem edebi kişiliğini hem de dünyaya bakış açısını bu eserde çok çok iyi yansıtmıştır.

Türk edebiyatının en çok okunan yazarları arasında yer alan yazar Oğuz Atay bu kitabı ile edebiyatımızda yeni bir sayfa açmıştır. Olay ağırlıklı romanlar yerine insan psikolojisini, insanın ruh dünyasındaki çalkantılarını ve çıkmazlarını merkeze alarak zoru seçmiştir. Naçizane benim tavsiyem uzun cümlelerin ve hayali unsurların bütünleştiği roman, kısa aralıklar ve uzun okumalarla okunmalı. Okunmazsa bilinç akışı tekniği sebebiyle olaylardan kopuşlar yaşanabilir.
Merak edenlere keyifli okumalar.
Kitapla kalın.
**
ALTINI ÇİZDİKLERİM
"Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok."
"İlk yalanı söyledikten sonra bir daha konuşmamalı insan."
KİTAPLA İLGİLİ BİLGİLER
Tutunamayanların ilk basım tarihi: 1972
Okuduğum kitabın yayınevi ve baskı tarihi: İletişim Yayınları-2012
Kitabın sayfa sayısı:724