Sabır… Yüzyıllardır öğütlenen, kutsal kitaplarda övülen, büyüklerin dilinden düşmeyen o kelime. “Sabreden derviş muradına ermiş” derler. Ama şu soruyu kendimize hiç sorduk mu: Sabretmek, gerçekten her zaman ödül getirir mi?

Hayat bize bazen acımasız dersler verir. Beklersin, beklersin… Bir işin yoluna girmesini, bir insanın değişmesini, bir fırsatın önüne gelmesini umut edersin. Günler, aylar, hatta yıllar geçer. Ve bir gün fark edersin ki, beklediğin şey hiç gelmemiş. Sabır, sana koca bir boşluğu hediye etmiş.

Demek ki mesele, sadece sabır değil. Sabır, doğru yerde, doğru zamanda, doğru şeye gösterildiğinde bir erdemdir. Yanlış insana, yanlış işe, yanlış hayale sabretmek ise aslında kendine işkencedir. Sabır, toprağa ektiğin tohum gibidir; eğer tohum çürükse, ne kadar beklersen bekle, bahar geldiğinde orada çiçek açmaz.

Birçoğumuz sabrı, pasif bir bekleyiş sanıyoruz. Oysa gerçek sabır, beklerken öğrenmek, beklerken değişmek, beklerken alternatif yollar aramaktır. Bazen “artık beklemeyeceğim” demek de sabrın bir sonucudur. Çünkü sabır, sadece dayanmak değil, zamanı geldiğinde bırakabilmektir.

Evet, sabredenler bazen ödülünü alır. Ama her zaman değil. Hayatın ödülü, çoğu zaman doğru yerde durana gelir. Yanlış yerde sabredenin ödülü ise, kendine çıkardığı derstir.

Kısacası, sabır tek başına mucize yaratmaz. Onu akılla, cesaretle ve doğru yön tayiniyle beslemezsen, sadece bekleyen olursun. Ve bazen en büyük ödül, beklemekten vazgeçtiğin an gelir.