Aydın ili, Türkiye’nin en büyük jeotermal sahası durumundadır. Aydın ilinin yüzölçümü 8007 km2 olup bunun 5531 km2’si yani yaklaşık yüzde 70’i jeotermal sahalar içinde kalmaktadır. Jeotermal alanlardan elektrik üretimi için yüksek sıcaklıktaki akışkanlardan yararlanılır. MTA tarafından tespit edilen jeotermal alanlar içinde Aydın’da bugüne kadar yaklaşık 1100 adet sondaj kuyusu açılmıştır.
Dünyada genel kanaat yada yaratılmak istenen algıya göre jeotermal kaynaklara bağlı enerji üretimi temiz, çevre dostu, yenilenebilir ve sürdürülebilir olarak adlandırılsa da, Türkiye ve özellikle Aydın İli uygulamaları çevreye zarar veren bir enerji türü olduğunu göstermektedir. Jeotermal kaynaklardan enerji üretimi sırasında oluşan çevresel etkiler; Ekosistemin bozulması, jeotermal akışkan ile su ve toprağın kirlenmesi, CO2 ve H2S emisyonların salınımı, jeotermal akışkanın yeraltından çıkarılması nedeniyle arazinin çökmesi, akışkanların doğrudan akarsulara deşarj edilmesi sonucu yoğun su kirliği, asit yağmurları nedeniyle toprağın-ağaçların-tarımsal ürünlerin-göller ve akarsuların etkilenmesi, yaşam döngüsü ve küresel ısınmaya etkileri şeklinde sıralanabilir. Jeotermal enerji üretiminde kullanılan akışkan sahip olduğu fiziksel ve kimyasal yapısı nedeniyle içinde bulunduğu ve taşındığı ortam üzerinde paslanmaya-çürümeye-kireçlenmeye sebep olmakta, yerüstü ve yeraltı sularını kirletmektedir.
Elektrik üretimi sırasında Jeotermal santrallerden (JES) çıkan akışkan ve gazların uygun şekilde reenjeksiyon yapılmayıp, toprağa ve havaya salınması tarım arazileri ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına göre Aydın’da toprak kirliliği yapan en önemli 2’ci sebep jeotermal enerji işletmeciliğidir. Aydın’da yapılan araştırmalarda JES’lere yakın topraklarda yetişen bitkilerin gelişiminde özellikle sürgün boyu, çapı ve sürgündeki meyve sayısı ile meyve kalitesinde düşüşler olduğu tespit edilmiştir.
Bitki gelişiminde hava, su ve minerallerin etkisi kadar topraktaki mikrobiyal çeşitlilik de oldukça önemlidir.
Toprak, dünyanın yüzeyinde bulunan dinamik bir biyolojik sistemdir. Toprak; solucanlar, akarlar, örümcekler, böcekler, karıncalar ve termitler gibi omurgasızların yanı sıra organik madde, gazlar, mineraller, sıvılar ve algler, bakteriler ve mantarlar gibi çok çeşitli mikroorganizmalardan oluşmaktadır.
Toprak, çoğunlukla bitki büyümesi için ortam, çeşitli organizmalar için habitat, su depolama-tedarik ve arıtma aracı olarak, gazları yayarak ve emerek dünya atmosferinin bir değiştiricisi olarak hizmet etmektedir. Toprak, bitkisel üretimde görev yapmasının yanı sıra, ev sahipliği yapmış olduğu milyonlarca canlının vasıtası ile kirleticileri tutmakta, onların daha zararsız bileşikler haline dönüştürülmesine katkı sağlamaktadır. Toprak yapısının özelliği, biyolojik aktivitenin artmasında, çevre kalitesinin korunmasında ve bitkisel alandaki üretimin işlevlerini yerine getirmesinde önem teşkil etmektedir. Toprak oluşumunda en önemli faktörlerden biri iklimdir. Fiziksel parçalanma ve kimyasal ayrışma olayları, bitki örtüsünün çökelmesi, toprağın yıkanması ve organizmanın topraktaki faaliyetleri iklime bağlıdır. 1 cm kalınlığında toprak oluşumu için en az 100-150 yıl gerekmektedir. Toprak yüzeyine düşen dallar, yapraklar ve meyveler gibi bitki kalıntıları mikroorganizmalar tarafından parçalanır ve humus adı verilen canlı kalıntılara dönüştürülür. Toprakta yaşayan mikroorganizmalarının tümüne edafon (toprak biyotası) denir. Yani toprakta bulunan bakteriler, algler, mantarlar, bitkiler ve hayvanların tümü edafon kapsamına girmektedir. Bakteriler ve mantarlar toprak mikroorganizmalarında en iyi bilinen organizmalardır. Toprakta bulunan mikroorganizmalar arasında bakteriler, her 1 gram toprakta yaşayan 1 milyar bakteri hücresiyle en yüksek biyokütleyi oluşturmaktadır. Toprak kirliliğinin başlıca nedenleri ağır metaller ve herbisitlerdir. Herbisitler, tarımsal alanlarda yabani ot büyümesini kontrol etmek için kullanılan kimyasallardır. Sanayileşme ile her geçen gün endüstriyel atıklar artmakta, ağır metaller çevremizi önemli ölçüde kirletmekte, tarım alanları da bu kirlilikten pay almaktadır. Topraktaki ağır metaller, suyun doğasını bozmakta, mikroorganizmalara zarar vermekte, besin zincirine girmekte, dolaylı olarak diğer canlılara da zararlı olmaktadır. Bitkisel ve hayvansal üretime ek olarak, dünyadaki tüm canlıları tehlikeye atan ağır metaller insan sağlığını da tehdit etmektedir.
Toprak ekosistemlerinin biyolojik çeşitliliği, jeotermal enerji üretiminin gelişimi, erozyonla sonuçlanan yoğun tarımsal üretim, orman yangınları ve temizleme, arazi kaynaklarının sürdürülebilir olmayan madenciliği gibi çeşitli ayrışma süreçlerinden etkilenir. Bakteriler dahil tüm toprak mikroorganizmaları çevredeki mikro ortamdan etkilenir ve toprak mikrobiyal biyokütlesindeki değişiklikler, organik madde ayrışması ve besin döngüsü gibi önemli işlevlerde değişikliklere yol açabilir. Bu nedenle mikrobiyal ve biyokimyasal özellikler, toprak kalitesi fiziksel-kimyasal ve biyolojik özelliklerden oluşan bir komplekse bağlı olsa bile, toprak kalitesinin potansiyel göstergeleri olarak kullanılır.
Mikrobiyal ve biyokimyasal özelliklerin toprak kalitesi göstergeleri olarak kullanılmasının gerekçesi, karbon ve azot döngüsündeki merkezi rolü ve değişime duyarlılığıdır.
ADÜ’den Kerem Tekin 2021 yılında “Aydın İlindeki Jeotermal Alanlardan Toplanan Toprak Örneklerinin Bakteriyal Yükünün Belirlenmesi” adlı tez çalışmasını yayınladı. Çalışma Aydın’da JES’lerin bulunduğu Germencik, İncirliova, Umurlu, Köşk, Sultanhisar, Pamukören’deki JES’lere 50-100-200-500 metre mesafede bulunan meyve bahçelerinden alınan toprak örnekleri ile JES’lerin olmadığı Aydın-Çine’den alınan toprak örnekleri karşılaştırılarak yapılmıştır. Çalışmada JES’lere yakın çevreden alınan toprak numunelerinde 60 izolat elde edilmiştir. Bu izolatlardan Bacillaceae familyasına ait 38 adet tür tespit edilmiştir. Ayrıca Chryseobacterium, Dermacoccus, Pseudomonas, Paenarthrobacter, Arthrobacter, Microbacterium cinsleri tespit edilmiştir.
Çalışma sırasında yapılan çevresel incelemede; bölgede JES’lerin gerekli şekilde izlenmediği ve takip edilmediği, toprağın verimliliğinin olumsuz etkilendiği, çevrede yaşayanların olumsuz hava koşullarına maruz kaldığı bilgisi edinilmiştir.
Afyonkarahisar bölgesinde yapılan bir çalışma sonucunda gerekli önlemlerin alınmadığında bölge akarsularının-göllerinin ve yeraltı sularının içeriklerine ağır metallerin karıştığı, ekosisteminin zarar gördüğü, toprağının kirlendiği ve buna bağlı olarak doğal dengenin bozulması gibi sorunlarla karşılaşılmıştır. (Kervankıran, 2012) Genel olarak JES’lerin bulunduğu alanlarda topraklarda tuz ve bor birikimi gözlenmiştir (Camgöz, 2010). Bakterilerin bazıları toprakta bor birikimine sebep olmaktadır. Bor ise toprakta fazla bulununca bitkiler üzerinde toksik etkiye neden olmaktadır (Miwa, 2008). Bacillus türleri kimyasallara, UV radyasyonuna ve yüksek sıcaklıklara toleranslıdır (Ahmed., vd. 2007).
DSÖ’ne göre Bacillus türlerine karşı yapılan mücadele sivrisinek cinslerine karşı yapılan mücadeleye göre daha etkisiz kalmaktadır (Berry, 2014). Bacillus türü bakteriler toprak kökenli olup normal koşullarda insan gastrointestinal sistem florasında bulunmamaktadır (F.Erem, 2013). Bacillus türleri bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde enfeksiyonlara sebep olabilmektedir. (Virtual Unknown Microbiology, 2017).
ADÜ’den S.Dağ tarafından 2015 yılında Germencik Alangüllü’de yapılan çalışmada JES’lere yakın topraklarda yetiştirilen incirlerde verim ve kalite düşüklüğü olduğu, incirlerin pek çok ağır metal ile kirletildiği, sağlıklı gıda vasfını kaybettiği saptanmıştır.
2021 yılında Aydın’da Kerem Tekin tarafından yapılan çalışmada ise JES’lere yakın meyve bahçelerindeki toprakların mikrobiyal ve biyokimyasal özelliklerinin değiştiği, bu topraklarda çevre kirliliğine dirençli mikroorganizmaların arttığı, toprak kalitesinin bozulduğu ve verimin düştüğü, canlı yaşamının tehlikeye girdiği saptanmıştır.