İklim değişikliğinden büyük oranda etkilenen bir coğrafyada yer alan Türkiye, son yıllarda aşırı sıcaklık artışı, kuraklık, su kıtlığı, şiddetli yağışlar ve seller, gitgide artan orman yangınları gibi felaketlerle mücadele etmektedir.
2021 yılında Ege ve Akdeniz Bölgesinde haftalarca süren orman yangınları ile Karadeniz Bölgesinde günlerce peş peşe yaşanan aşırı yağış ve seller bunun en görünür örnekleridir. Bu felaketlere karşı alabileceğimiz en etkili önlemlerin başında orman varlıklarımızı korumak ve çoğaltmak gelmektedir. Ormanlar sadece iklim değişikliğiyle mücadelede CO2’in tutulmasında değil, aynı zamanda O2 üreterek hava kalitesinin arttırılmasında, toprak ve su kalitesinin iyileştirilmesinde, çölleşme ve erozyonla mücadelede hayati rol oynarlar.
Çok sayıda endemik türü barındıran ormanlarımızın varlığı, en az iklim değişimi kadar kritik ve risk altında olan biyoçeşitliliğin korunması için vazgeçilmezdir.
Anayasa’nın 169.maddesine göre; “Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır.” “Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz.” “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.” “Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.”
Paris anlaşması TBMM’de kabul edilmiş ve 10 kasım 2021’de yürürlüğe girmiştir. Yine kasım ayında 26’ncısı düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda Türkiye 2053 yılında Net Sıfır hedefini açıklamış, “Orman ve Toprak kullanımı üzerine Glasgow Liderler Bildirisi”ne taraf olmuş ve orman varlıklarını, karasal ekosistemleri korumayı taahhüt etmiştir. Bu bildiri, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını dengelemede ormanların, biyoçeşitliliğin ve sürdürülebilir toprak kullanımının kritik ve birbiriyle ilişkili rollerine vurgu yapmaktadır. Ancak 30 kasım 2021 tarihinde resmi gazetede yayımlanan 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi 3.fıkrasının uygulanması hakkındaki yönetmelikte yapılan değişiklikler ormanlarımızı çok çeşitli yapılaşmalara açmakta ve Türkiye’nin bulunduğu uluslar arası tahaütler ile taban tabana zıtlık içermektedir. Bu yönetmelikle ormanlık alanlarda yapımına izin verilen enerji üretim santralleri, haberleşme tesisleri, petrol ve doğalgaz arama, jeotermal kaynak, mineralli su arama, katı atık bertaraf ve depolama tesisleri, patlayıcı madde deposu, hastane, sokak hayvanları barınağı, ilk-orta-lise ve dini tesisler, spor tesisleri… gibi tesisler orman varlıklarımızda ve buralarda yaşayan endemik türler üzerinde geri dönüşü olmayan bir tahribata ve ekosistemde yıkıma yol açacaktır. 49 yıl için verilen kesin işletme izinleri, talep halinde 99 yıla kadar uzatılabilecek. Ayrıca tesislerden çeşitli adlarla alınan bedeller de bu yönetmelikle azaltılmış ve kamu-özel işbirliği ile yüklenicilere çeşitli güvenceler verilerek, ormanlar birer özel işletme haline getirilmiştir. Yönetmelikte geçen “kamu yararı” ve “zaruret” gerekçeleri içi boşaltılmış ifadeler olup, amaç ormanlık alanların kar hırsıyla sermayeye aktarılması önündeki engelleri kaldırmak ve orman katliamlarını meşrulaştırmaktır. Türkiye’de bugün bu tesislerin hiçbirinin orman içinde yapımında ne bir zaruret vardır, ne de kamu için bir fayda. Devletin görevi, Anayasada belirtildiği gibi, halkın tamamına ait olan ormanları kamu yararı için korumaktır. Bu yönetmelik açıkça Anayasa’ya ve Orman Kanunu’na aykırıdır. Ormanları talana açan bu tür yapılaşmalar ve maden izinleri son dönemde başlamış değildir, ancak son 10 yıl içinde büyük bir artış göstermiştir ve önü alınmazsa çoğalarak devam edecek ve ülkeyi büyük bir yıkıma sürükleyecektir. Siyasi erk, ormanları kar amaçlı işletmelerin kurulacağı arsalar olarak gördüğü için Orman Kanunu’nda sürekli değişiklikler yapmaktadır. Bugüne kadar ormanlarımızdan 748.000 hektar orman alanında bu tür kullanımlar için izin alınmıştır. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre; sadece 2008 ile 2019 yılları arasında ormanlarımızdaki 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı 55 bin 484’ten 120 bin 789’a çıkmıştır. Madencilik, ormasızlaştırmada önde gelen sorundur. 2012-2020 yılları arasında madencilik için verilen izinler ise 87 bin hektar kadardır. Parçalanan ormanların ekosistemleri barındırma olanağı kalmamakta, zaman içinde orman vasfını yitirmektedirler. Buna karşın istatistiklerde halen orman olarak görünmektedirler. Maalesef, orman varlıklarımızdaki kıyımın endişe verici boyutları kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. Bütün bunlara bir de ormanlara yapılan elektrik nakil hatları, trafolar gibi tesislerin, yangın riskini artırdığını eklersek, yeni eklenecek tesislerle orman varlıklarımızın yangınlara karşı daha da savunmasız hale geleceği kesindir. Ormansızlaştırma, Türkiye’nin acil sorunudur ve hemen önlem alınmazsa, sadece orman varlıklarımızı ve endemik canlı türlerini değil, temiz havamızı, suyumuzu, toprağımızı kaybedeceğiz. Önlem almak için artık fazla zamanımız kalmadı. Daha fazla geç kalırsak yakın bir gelecekte kuraklık, yaşamsal bir sorunumuz haline gelecek.
Ormanı orman olarak korumaktan daha üstün bir kamu yararı ve daha önemli bir zaruret olamaz. Ormanları korumak iklimi korumaktır, yaşamı savunmaktır, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir ekosistem bırakmaktır.
O ağacı kereste, ormanı arsa, doğayı meta olarak gören ve tüm varlıklarımızı pazarda satılacak ticari mala indirgeyen zihniyet kabul edilemez.
Ormanlarımız ve içinde barındırdıkları ekosistem bizler için paha biçilmez değer taşımaktadır. İklim değişikliğinin sorumlusu olan kapitalist açgözlülük ve para kazanma hırsı, orman varlıklarımıza da aynı dürtülerle göz koymaktadır. Kapitalizm insanlara ve doğaya karşı amansız bir savaş veriyor.
Orman varlıklarımızı ve canlı hayatını korumak için tüm halkımızın birlikte mücadele etmesinden başka çare yoktur. Bu yönetmelik derhal geri çekilmeli ve her türlü orman işgaline, talanına acilen son verilmelidir.