İki yılı aşkın süredir dünya Covid-19 pandemisi etkisi altındadır. Bu süreçte Covid-19 pandemisi tüm ülke ve insanların birinci öncelikli sorunu haline gelmiştir. Pandeminin esas ana etkisi sağlık yönünde olsada, ekonomik ve sosyolojik vs. diğer etkileri de ülke ve insanları ciddi şekilde etkilemektedir. Pandeminin tüm bu etkilerine bağlı olarak bugün dünyada hayat neredeyse durma noktasına gelmiştir.
Yüzyılda bir veya iki defa ancak görülen bu boyuttaki pandemi sürecini, etkilerini çok ağır bir şekilde yaşamalarına ve hissetmelerine rağmen, ne yazık ki çoğu ülke ve insanlar bu süreci doğru şekilde yönetememiş, yönetmemekte ısrar etmektedir. Bu süreçte açlık, yoksulluk, savaş, doğal felaketler etkisinde olan ülkeleri ve insanları muaf tutmak gerekir. Burada şaşkınlık ve üzüntü veren durum, dünyanın geleceğini etkileyen ülkelerin ve kuruluşların, pandemiye öncelikli olarak ekonomik bir sorun olarak bakmaları, sağlığı ikinci plana itmeleri, yani olaya tamamen kapitalist yönetim şekli ile yaklaşmaları sonucu, tüm dünyada pandeminin etkisinin geçmemesi, aksine artarak ve şekil değiştirerek devam etmesidir. Bu durum sürdürülebilir değildir.
Covid-19 pandemisinin sebebi virüsler olduğu için, tedavisinde diğer enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi esas olan koruyucu sağlık hizmetleridir. Bunların başında da temizlik, maske, izolasyon ve aşılama gelmektedir. Bugün Türkiye dahil olmak üzere tüm dünyada Covid-19 pandemisinin önlenememesinin , virüsün sık sık mutasyona uğraması sonucu ataklar göstererek seyretmeye devam etmesinin ana sebebi işte bu temel koruyucu sağlık hizmetlerin ülkeleri ve kurumları yönetenler tarafından yeterince idrak edilmemesi, sahiplenilmemesi, uygulanılmaması, bilimsel metodları ve meslek kuruluşlarını dışlayarak süreci yönetmeye çalışmaları, gerekli karar ve uygulamaları zamanında almayarak pandemiyi halk nazarında sulandırarak tartışılır hale getirmeleridir.
Bu yanlışların ilki, Covid-19 virüs enfeksiyonların daha ilk görülmeye başladığı süreçte tüm ülkelerde maske takma zorunluluğunun getirilmemiş olması olmuştur. Bu yanlışı büyüten ise maskenin gereksiz olduğunu söyleyen ve takmayan, halk nazarında tartışılır hale gelmesine sebep olanlar arasında ülkeleri ve kurumları yöneten başkan ve başbakanların olması, bunlara önlerinde Profesör ve Doktor titresi olan sözde bilim adamları ve bilimsel kurulların dahil olmasıdır. Pandeminin ilerleyen süreçlerinde Türkiye’de ve dünyanın pek çok ülkesinde maske takma zorunluluğu getirmiştir, fakat pandeminin ilk başında alınmayan veya yanlış alınan kararlar halk nazarında bugün bile maskenin kabul görmesini sağlayamamıştır.
Türkiye’de pandemi sürecinde diğer yanlış, izolasyon veya kapanma kararlarının zamanında, yerinde ve yeterli sürede alınmaması olmuştur. Bu yanlışı büyüten ve alınan kapanma kararlarını etkisiz hale getiren uygulama ise, kapanma sonrası alınan serbestleşme kararlarının çok hızlı ve ölçüsüz alınmış olması olmuştur. Aç-kapa misali tekrar, tekrar alınan bu kararlar ise tıpkı maske takma zorunluluğunda olduğu gibi, halkın bu kararlara uyumunu ve uygulamasını etkisiz hale getirmiş, inanılır olmaktan çıkarmıştır.
Covid-19 pandemisinde ne yazık ki yanlış uygulamalar tüm dünyada ve Türkiye’de devam etmektedir. Bu yanlış da, pandemi başlangıcından sonra çok hızlı şekilde elde edilen aşının herkese zorunlu bir şekilde uygulanması gerekir kararının alınmaması, aşının toplum ve bilim insanları tarafından tartışılır hale getirilmesi, ülke yönetimlerinde bulunanların aşının zorunlu uygulanması gerekir kararını almamaları, aşı ile ilgili hukuki alt yapıyı oluşturmamalarıdır.
Tüm bu uygulamalar ise halkın aşıya kuşku ile bakmasına sebep olmakta, pandemi tedavisinde altın standart olan aşılamanın başarıya ulaşmasını engellemektedir. Öncelikle herkes tarafından bilinmesi gereken, Covid-19 virüs pandemisinin tek ve kalıcı tedavisinin, aşı uygulaması olduğudur. Pandemiyi sonlandırmanın en önemli ve etkili yolu budur. Aşı uygulamasının başarıya ulaşmasının olmazsa olmazı ise aşının tüm dünyada eş zamanlı ve ücretsiz olarak herkese eşit şekilde uygulanmasıdır.
Sayın Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca 27 Temmuz 2021 tarihinde yaptığı açıklamada, 83 milyon nüfusa sahip Türkiye’de yaklaşık 23 milyon kişinin henüz aşı olmadığını, ikinci dozu olmayanların sayısının 17 milyon olduğunu, çift doz aşı olup 3. doz aşıya gelmeyenlerin sayısının 9 milyona yakın olduğunu açıkladı.
Bakan’nın yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 27 Temmuz 2021 itibarı ile tüm aşıları tamamlanan nüfus yüzde 30.3’dur. Aşı uygulamasının bir ülkede başarıya ulaşabilmesi için o ülkede yaşayan nüfusun en az yüzde 75’nin tüm aşılarını tamamlamış olması gerekir. Resmî verilere baktığımızda Türkiye’nin Covid-19 virüs pandemi aşılamasında başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Oysaki Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 26 Temmuz 2021 tarihine kadar 5.600.000 kişi Covid-19 virüs hastalığına yakalanmış, bunlardan 50.930 kişi hayatını kaybetmiştir. Tüm dünyada ise Covid-19 virüs hastalığına yakalanan kişi sayısı 194.000.000 olup bunlardan 4.160.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bağımsız otoriteler ve meslek kuruluşlarına göre Covid-19 virüs hastalığına yakalanan ve ölen hasta sayıları resmî açıklamalardan en az 6-10 kat fazladır. İster resmî olsun ister bağımsız kuruluşların açıklamaları olsun, bugüne kadar Türkiye’de ve dünyada Cavid-19 virüs hastalığına yakalanan ve ölen hasta sayısı az değildir. O nedenle bu hastalığın tedavisinde ve yayılımda en önemli seçenek olan aşı uygulamasını basite indirgemek, sulandırmak, halkın aşı uygulamalarına uyumunu engelleyecek eylem ve söylemlere müsamaha göstermek, hele hele bu yanlışlara bireysel özgürlükler çerçevesinden bakarak hak vermek ve susmak, pandemi sürecinde yapılabilecek en önemli hatalardan biridir.
Türk Tabipler Birliği (TTB)’ne göre; Aşı insanlığın müşterek bir değeridir. Aşılama hizmetleri kamusal bir sorumluluk olup, aşıya erişim sürekli olmalıdır. Aşılama gerçekte bireysel değil toplumsal bir hizmettir. Aşı sadece uygulandığı kişiyi korumaz; hastalık etkeninin toplumdaki dolaşımını engelleyerek toplumdaki riskli kişileri de korur. Aşı karşıtlığı, bağışıklama için bir tehdittir. Aşı karşıtlığının arz/talep ve kârlılık üzerinden ele alınması, neoliberal sağlık politikalarının yarattığı tahribatı işaret etmektedir. Toplum bağışıklığının sağlanamaması aşıyla korunabilen hastalık salgınlarına yol açacak, tüm toplum zarar görecektir. Bu nedenle aşı karşıtlığı, aşı reddi ve aşı konusunda tereddüt ciddiyetle ele alınmalıdır. Aşı olmayı reddetmek, bireysel özgürlük değil kamu sağlığını tehdit eden bir davranıştır.
Covid-19 aşılarının yapılması, yalnızca insanların tek tek üstün yararının korunması için değil, bütün insanların ve toplumun sağlığının korunması için zorunlu bir uygulama olmalıdır. Bunun sağlanabilmesi içinde Covid-19 aşıları ile kararların özerk, objektif, liyakata göre oluşturulmuş bilimsel kurumların kararlarına ve nesnel bilimsel bilgilere göre belirlenip yürütülmesi toplumdaki güven duygusunu pekiştirecektir. Günümüzde Covid-19’a ilişkin olarak aşı ile aynı etkiye sahip alternatif bir tedavi veya koruma yöntemi bilinmemektedir. O nedenle aşının hem bireysel sağlık hem de toplum sağlığı için zorunlu bir uygulama olduğu söylenebilir. Toplum sağlığının korunması amacını taşıyan aşı uygulamasının, ilgili kişinin sağlığı ve hayatı bakımından bir tehlike yaşatmaması koşuluyla, demokratik bir toplumda gerekli, amaçla orantılı bir tedbir olduğunu kabul etmek gerekir.
Pandeminin kontrol edilemediği, toplum sağlığının korunamadığı bir ortamda aşı reddini kişisel özgürlükler çerçevesinde değerlendirmek gerçekçi ve doğru bir uygulama değildir. Çünkü özgürlük ile keyfiyet arasında radikal bir fark vardır. Özgürlük, başkalarının varlığına bağlıdır; keyfiyet ise başkalarının varlığını umursamayan, ahlaken sorunlu bir tutumdur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre; Toplum yararını üstün tutarak, zorunlu aşı uygulaması yasal düzenleme olması koşulu ile, Sözleşmenin 8. maddesine uygundur.
Gerek Türkiye’deki mevzuatlara bakıldığında, gerekse AİHS düzenlemeleri ve AİHM kararları kapsamında, toplum sağlığının zorunlu kıldığı hallerde bireyler bakımından zorunlu aşı uygulamasının getirilmesi, temel hakları ihlal niteliğinde olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte, zorunlu aşı uygulaması vücut bütünlüğü, özel yaşamın gizliliği gibi Anayasa ve AİHS ile koruma altına alınan temel haklara kamu sağlığı gerekçesi ile müdahale teşkil ettiğinden; söz konusu müdahalenin kapsamının ve sınırlarının belirli olması da zaruridir. Türk hukuku bakımından, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu dahil olmak üzere, mevcut düzenlemeler kapsamında zorunlu Covid-19 aşısına dayanak teşkil eden bir kanuni düzenleme olmadığı görülmektedir. O nedenle Türkiye’de kamusal sağlığın günden güne bozulduğu ve salgının hız kesmeden sürdüğü de gözetildiğinde, yasa koyucular tarafından güncel problemler ve ihtiyaçlar gözetilerek acilen yeni bir düzenlemenin ortaya konularak aşı yapılma zorunluluğunun getirilmesinin gerektiği aşikardır.
Unutmayalım ki aşı olmak insanları ve sevdiklerini korumanın en güvenli ve etkili yoludur.