ABD Çevre Koruma Ajansı (2017) ve Dünya Bankası (2018) verilerine göre, 1970-2012 arası dönemde küresel sera gazları 2 katına çıkmış olup, 2010 yılında CO2’nin sera gazları içerisindeki payı yüzde76’dır. Bunun yanında, Dünya Bankası (2018) verileri, küresel CO2 emisyonunun 2000-2013 döneminde yüzde45 arttığını ortaya koymaktadır. Başta CO2 emisyonu olmak üzere sera gazları emisyonundaki artış iklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın temel nedeni olarak gösterilmektedir. Türkiye’de CO2 emisyonu 1960 yılından bu yana hızlı artış sergilemiştir. Dünya Bankası (2018) verilerine göre, 1960 yılında Türkiye’nin CO2 emisyonunun dünyanın toplam CO2 emisyonu içerisindeki payı yüzde0,18 iken, bu pay 2014 yılında yüzde 0,96’ya yükselmiştir. Türkiye’de jeotermal sahalarda, işletme sırasında jeotermal akışkanın içerisindeki çözünmüş gazlar açığa çıkmakta ve atmosfere salınmaktadır.  Bu gazlar, soğurken yoğuşup, sıvılaşmadığı için “yoğuşmayan gaz” olarak adlandırılmaktadır. Yoğuşmayan gazların içeriğini iklim değişikliğine sebep olan gazlar oluşturmaktadır.  Bunlar; çoğunlukla karbondioksit (CO2) ve değişen miktarlarda hidrojen sülfür (H2S), hidrojen (H2), azot (N2), amonyak (NH3), civa (Hg), bor buharı (B), radon (Rn) ve metan (CH4) gibi hidrokarbonlar içerir. Dünyada yapılan çalışmalarda yoğuşmayan gazların jeotermal akışkan ve buhar içinde ağırlıkça oranı genelde yüzde1-3 arasında bulunurken, Türkiye’de bu oranlar çok daha fazla bulunmuştur. Örneğin Dokuz Eylül Üniversitesinden Niyazi Aksoy tarafından Kızıldere Jeotermal Sahası’nda yapılan çalışmada kuyu içerisindeki akışkanın ağırlıkça yüzde 2.5, buharın ise yüzde10-21’ini yoğuşmayan gazların oluşturduğu saptanmıştır. JES’lerden atmosfere salınan yoğuşmayan gazların çok büyük bir kısmı CO2 olduğu için, yoğuşmayan gazlar denilince genelde CO2 anlaşılmaktadır. En fazla CO2 salınımı flash tip santrallerde gerçekleşmektedir. Jeotermal sistemlerdeki CO2 volkanizma kaynaklı olabileceği gibi, karbonatlı kayaçların ısıtılması ile termal bozuşmaya uğramasından da oluşabilmektedir Türkiye’de elektrik üretimi yapan jeotermal santrallerden (JES) birim üretime göre salınan yoğuşmayan gaz miktarları kömürle çalışan termik santrallerden 2-3 kat daha yüksektir. Bu durum temiz ve çevreci olarak tanınan jeotermal kaynaklar için ciddi bir sorundur. Dahası, Kyoto Protokolü’nün tam olarak uygulanması durumunda, Türkiye’de elektrik üretimi yapan JES’ler kömür yakan santrallerin birkaç katı karbon vergisi ile karşılaşma riskleri bulunmaktadır. O nedenle jeotermal kaynaklardaki yüksek oranlı CO2 hem çevre, hem de ekonomik açıdan, jeotermal enerji sektörünün önünde ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Aydın, Türkiye’de en fazla JES’in faaliyette olduğu ve en fazla yeni JES’in yapılmasının da planlandığı ildir. Bu anlamda JES’lerden salınan yoğuşmayan gazların olumsuz etkilerinin en fazla yaşandığı ilde Aydın’dır. Aydın’da JES’lerin akışkan üretimi ve yoğuşmayan gaz salınım miktarları üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır. Örneğin Niyazi Aksoy 2014 yılında Aydın-Salavatlı jeotermal sahasında bu yönde bir çalışma yapmıştır. Çalışmada Aydın-Salavatlı jeotermal sahası Dora-II kuyuların toplam akışkan üretimi 882 ton/saat, yoğuşmayan gaz debisi 11,3 ton/saat olarak bulunmuştur. Bugün Aydın’da faaliyette bulunan tüm JES’lerin saldığı gazlara bakınca, JES’lerin en azından 2,5 milyon ton/yıl yoğuşmayan gaz, 1,5 milyon ton/yıl buhar saldığı tahmin edilmektedir. Yoğuşmayan gazlar Aydın’da hava kirliliği ve asit yağmurlarına sebep olurken, buharlar ise bağıl nemi arttırmakta, Aydın’da iklim değişikliği süreci süratlenmektedir. Hava kirleticilerin insan sağlığı üzerinde etkileri mide bulantısı, solunum güçlüğü, ciltte kızarıklık, kanser gibi geniş aralıkta olabilir. Bu kirleticiler aynı zamanda doğuştan gelen özürlülük, çocuklarda gelişim bozukluğu, bağışıklık sisteminde zayıflama gibi hastalıklara da neden olur.  Aydın’da her geçen gün artan hava kirliliği ve bağıl neme bağlı olarak en fazla etkilenen tarımsal ürünlerin başında incir ve zeytin gelmektedir. Oysaki incir ve zeytin üretimi Aydın halkının en temel geçim kaynakları arasında yer almakta, Aydın’ın en önemli ihracat kalemini oluşturmaktadırlar. Çevre kirliliği etkilerine bağlı olarak her geçen yıl Ege bölgesinin en önemli ihraç ürünü olan incirde ihracat azalırken, ithalat artıyor. Üstelik incirde ithalat ihracatın üzerine çıkıyor. 2018’de Türkiye 301,7 bin ton incir ithal ederken, 238 bin ton incir ihraç etti. Buna karşılık son 5 yılda incirde ithalat yüzde 10,5 arttı, ihracat ise yüzde 7,3 azaldı. Oysaki Ege Bölgesi dünya taze incir üretiminin yüzde 23’ünü, dünya kuru incir üretiminin yüzde 54ünü gerçekleştiriyor. Büyük Menderes Havzasında jeotermale bağlı olarak incirin yaşadığı kötü kaderin aynısını Gediz Havzasında üzüm yaşamaktadır. Sonuç olarak baktığımızda, Ege Bölgesi tarımsal ürünleri, canlı yaşamı ve iklimi vahşi jeotermal işletmeciliğine ve JES’lerin saldığı akışkanlara, yoğuşmayan gazlara ve buharlara bağlı olarak geri dönüşümü olmayan şekilde değişme, kaybolma sürecine girmiştir.