Türkiye’nin batı kesimlerinde, yeraltı sularındaki yüksek bor derişimleri çevresel problemlere neden olabilmektedir. Bu nedenle, bu alanda bor kirliliği ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır (Col ve Col, 2003; Gemici ve Tarcan, 2002; Filiz vd., 2000; Tarcan vd., 2000; Burak vd., 1997; Beker ve Cergel, 1996; Recepoğlu ve Beker, 1991; Okay ve Güçlü,1985). Aslında havza ve ovalarla ilgili olarak yapılmış olan önceki çalışmalar, aşırı yeraltı suyu tüketiminin olmadığı eski zamanlardan (1960-1970) beri Salihli, Alaşehir ve Sarıgöl ovalarında bir bor probleminin olduğuna işaret etmektedir. Gediz havzası inceleme alanındaki sularda bor miktarı ulusal ve uluslararası su standartlarına göre yüksek bulunmuş, bu durumun tarımsal alanlarda olumsuz etkilere neden olduğu belirtilmiştir. Gediz nehrinin su kalitesi açısından bor içeriğinin belirlendiği bir çalışmada, bor konsantrasyonları 0.19–2.25 mg/L arasında belirlenmiş, bazı noktalardaki yüksek bor değerlerinin sebebinin doğal ve/veya endüstriyel deşarjlar olduğu sonucuna varılmıştır (Demirbaş ve Orhun 2008). 2014 yılında yapılan bir çalışmada Gediz nehir suyunda ortalama bor değeri 2.428 mg / L olarak bulunmuş olup, Gediz nehri bor parametreleri bakımından sınıf IV (çok kirli) olarak belirlenmiştir. Bor değerlerinin yüksek olmasının sebebi endüstriyel deşarjlara bağlı olduğu sonucuna varılmıştır (Orkide Minareci 2014). Gediz havzasındaki bor kirliliği sadece Gediz nehrinde değil, Gediz’i besleyen su kaynaklarında da söz konusudur. Karaçay’da yapılan araştırmada, su örneklerindeki bor konsantrasyonu 0.134–3.937 mg/L arasında değişen değerlerlerde bulunmuştur. Araştırmada bor parametresi yönünden Karaçay’ın su kalitesinin 1. istasyon dışında kalan tüm istasyonlarda IV. sınıf (çok kirlenmiş su) olduğu bulunmuştur (Orkide Minareci, Ersin Minareci, 2005-2006). Gediz nehrinin aşağı Gediz havzasında alınan su ve sediment örneklerinde Gediz nehir suyunun ağır metal derişimleri bakımından IV. sınıf su kalitesinde olduğu tespit edilmiştir (Özge Öner,2008). Gediz havzasındaki Salihli, Alaşehir ve Sarıgöl ovalarındaki yeraltı sularında 3 mg/l’nin üzerinde bor derişimlerini ölçülmüştür. Bu ovalar MTA tarafından tanımlanmış jeotermal alanlarla çakışmaktadır. Genellikle ovalarda yer alan yeraltı sularındaki yüksek bor derişimleri alandaki termal aktivitelerden kaynaklanmaktadır. Günümüzde de hala aktif olan ve grabenin kenarlarında yer alan fay zonlarından yükselen yüksek bor içeriğine (17-94 mg/l) sahip termal sular uzun yıllardır yeraltı sularıyla karışmaktadır (Müfit Şefik Doğdu). Alaşehir jeotermal alanlarında yeraltı sularında maximum sodyum, sülfat, bor ve arsenic derişimleri sırasıyla 1894 ppm, 2058 ppm, 124 ppm ve 0.94 ppb olarak belirlenmiştir. Toprak örneklerinde sırasıyla sodyum, sülfat, bor ve arsenik için maximum değerler sırasıyla yüzde 3.34, yüzde 2.35, 600 ppm ve 54 ppm olarak ölçülmüştür (Ali Bülbül, Tuğbanur Özen Balaban, Gültekin Tarcan, 2009). Gediz havzasında jeotermal faaliyetler daha çok Alaşehir, Turgutlu, Salihli, Kula, Soma, Demirci’de yoğunlaşmakta. Jeotermal aktiviteler yeraltı sularının kalitesini olumsuz etkilemekte. 2015-2017 yılları havzada jeotermal ve madencilik faaliyetlerin yoğun olarak gerçekleştiği sahalarda yeraltı arsenik değeri, doğal arka plan seviyesi olarak belirlenen 39,7 ppb değerine göre, 3000 ppb’nin üzerinde değerlere ulaştığı görülmektedir. Bu derece bir arsenik konsantrasyonu farkının olması, bu kirliliğin jeotermal ve madencilik faaliyetlerinin yoğunluğundan kaynaklandığının göstergesidir (Orman ve Su İşleri Bak.,2017). Gediz havzasında bor bakımından kirli yerüstü ve yeraltı suları ile toprakların sulanması, havza topraklarında bor toksisitesine sebep olmaktadır. Alaşehir’de Kavaklıdere yöresinde bahçelerin büyük bir kısmında bor fazlalığı saptanmıştır. Bunun belli başlı nedeni yer altı sulama sularındaki yüksek bor konsantrasyonu. Alaşehir yöresinde yapılan çalışmada da suların kalitelerinin çok bozuk olduğu, bu nedenle bu suların kullanıldığı bağların bundan zarar göreceği ve topraklarda bor birikeceği belirtilmiştir (Özkara ve Ersaçan, 1989). Turgutlu, Akhisar ve Gölmarmara ilçelerinde topraktaki bor değerleri 2,5-4,9 ppm aralığında “yüksek”, Salihli ve Alaşehir ilçelerinde ise 5,0 ppm’den yüksek olarak “toksik” düzeylerde saptanmıştır. Alınan su örneklerinden elde edilen bor değerleri, sulama suyu kalite kriterleri bakımından “kullanılamaz” durumda olduğu belirlenmiştir. Yaprak örneklerindeki bor değerlerinin de Ahmetli ilçesi haricindeki tüm ilçelerde “yeterli” sınır aralığı olan 30-100 ppm’den daha fazla miktarlarda olduğu tespit edilmiş (Ersin Minareci). Nitekim 2000 yılına gelindiğinde Alaşehir’in Kavaklıdere yöresindeki bağlarda bor toksik etki yapabilecek düzeyde saptanmıştır (Güneş ve Alpaslan, 2000). Gediz havzasında JES’lerin üzüm bağlarına zararları sadece yerüstü ve yeraltı sularını-toprakları kirletmesi, asit yağmurlarına sebep olması ile sınırlı değildir. JES’ler direk üzüm bağları içine kurulduğu için öncelikle üzüm bağ alanlarını azaltmakta, tarım dışı kalmasına sebep olmaktadır. Diğer önemli bir etkide bu JES’lerin faaliyetleri sırasında havzada sık sık meydana gelen jeotermal kuyu patlamaları ve bu patlamalar sonucu binlerce dekar üzüm bahçesinin yanarak direkt yok olması, ağır metal bakımından kirlenen bu toprakların uzun süre tarım yapılamayacak hale gelmesidir. Jeolog Tahir Özgür’e göre Türkiye’nin en sıcak jeotermal suları 287,5 derece ile Alaşehir’de bulunmakta ve Alaşehir’de jeotermal kuyuda meydana gelen patlamalarda birçok bağ alanı zarar gördü, çevrede yaşayan canlılar yok oldu (Anonim, 2014d). Çekirdeksiz kuru üzüm üretiminde dünyada ilk sırada yer alan ülkemizde bu ürünün üretimi sırasında oluşan kalite kusurları ürünün ticari değerini düşürmektedir. Kuru üzümlerde kaliteyi belirleyen en önemli unsur; yabancı maddeler, zirai ilaç kalıntısı, ağır metaller, okratoksin A, küfler ve patojenler. Organik asit uygulamasına maruz bırakılan üzümler ile yapılan bir çalışmada, Sultani çekirdeksiz üzüm çeşidinde tane ağırlığı, tane eni, tadım değerleri, asitlik, olgunluk indisi üzerine istatistiksel olarak önemli bir etkisinin olduğu belirlenmiştir (Derya Uğurluay). Ege bölgesinde jeotermallerin üzüme, üzüm bağlarına verdiği zarar nedeni ile üretici ve tüccar dahil herkes şikayetçi ve mağdurdur. İhracatçı Birlikleri ve Ticaret Borsası’nın ortak hazırladıkları 2016 yılı üzüm rekolte raporlarında JES’lerin olduğu bölgelerde, toprakta yoğun olarak bor fazlalığı görüldüğü, küllenme, bağlarda ölü kol hastalıklarının arttığı, üzümde ilaç kalıntılarının da fazla olduğunu yazmakta. İzmir Ticaret Borsa’sının 2013/14-2014/15-2016/17 sezonları Ege Bölgesi çekirdeksiz kuru üzüm rekolte tahmin raporlarına göre; Alaşehir İsmetiye bölgesinde bazı bağlarda potasyum eksikliği ve bor fitotoksitesi, Piyadeler-Şahyar mahalleleri arasında kalan bölgede jeotermal tesislerin artışından kaynaklanan bağ alanlarında azalışlar, Piyadeler-Örnekköy ve Alkan bölgelerinde bağ alanlarında verim ve kalitenin olumsuz etkilendiği ve yapraklarda bor fazlalığı zararı olduğu gözlenmiştir. Alkan Mahalle Muhtarı Hamit Ayhan (Haziran 2016); “Bağlarımızı yıllardır Alkan deresi suyundan suluyoruz. Piyadeler Mahallesi mevkiine yapılan jeotermal santrallerin hizmete girmesiyle birlikte bağlarımızda kurumalar başladı. Şikayetlerimizle ilgili tahlilleri ve belgeleri toplayarak, mahkemeye başvurduk. Bölgemizde normal bor oranı yüzde 0,07 değerinde iken, dereye salınan suların etkisiyle bağlar için normal değeri yüzde 1,5 olan rakam yüzde 9’lara kadar yükselmiş” dedi. 2018 yılı TBMM Bağcılık ve Üzüm Sorunlarını Araştırma Komisyonu Raporunda jeotermallerin bağcılık, kuru üzüm ve sofralık üzümle ilgili tehditleri şu şekilde belirtilmiştir: Jeotermal tesislerin en büyük zararı bağ sahalarında toprak-su-hava kirliliği oluşturması; Jeotermal kirliliğin bağcılığı olumsuz etkilemesi; Bağ alanlarının küçülmesi; Yetiştiricilik yapılan alanda nisbi nemin yüksek olması; İklim değişikliği; Kuraklık. Türkiye’de üretilen toplam üzümün yüzde 70’i, büyük çoğunluğu Manisa olmak üzere Ege bölgesinde yetiştirilmektedir. Üretilen bu üzümlerin yüzde 50’i kuru üzüm, yüzde 48’i taze üzüm, yüzde 2’i şaraplık olarak değerlendirilmektedir. Gediz havzasında endüstriyel ve kentsel atıksular, madenler, jeotermaller, zirai ilaçlar ve gübreler, yerüstü ve yeraltı sularını-toprakları-havayı-tarımsal ürünleri kirletmekte, canlı sağlık ve varlığını tehlikeye atmaktadır. Bu kirletici sebeplerden jeotermal santraller, zararlı etkilerinin havzada her geçen gün giderek artması nedeni ile ayrı bir önem taşımaktadır. Jeotermallerin Gediz havzasında üzüm ve üzüm bağlarına verdiği zararlar bilimsel çalışmalar dışında devletin resmi verileri ile de onaylanmış, sonuçlar rakamlara yansımıştır. TÜİK’e göre Türkiye’de 2002-2016 döneminde üzüm üretim alanları yüzde 17.8 azaldı. Ege bölgesinde ise 2012-2016 döneminde bağ alanları yüzde 2.21 arttı. Türkiye’de 2010-2016 döneminde sofralık üzüm üretimi yüzde 6.7, ihracatı yüzde 24.2 azaldı. Kurutmalık üzüm üretimi ise 2012/13-2017/18 sezonunda yüzde 4.8 azaldı. 2014-2016 döneminde Türkiye’de kuru üzüm üretimi yüzde 4.5, dekar başına kilogram verimi yüzde 6.5 azaldı. 2016-2017 dönemi çekirdeksiz kuru üzüm ihracatı miktar olarak yüzde 14 artmışsada, birim fiyat yüzde  değişimi yüzde 16 azalmıştır (Ege Kuru Meyve ve Mamülleri İhracatçı Birlikleri 2017/2018 çalışma raporu). Resmi rakamlara baktığımızda Türkiye’de üzüm bağ alanları-dekar başına üzüm verimi-üzüm kalitesi-üzüm ihracatı-ihraç edilen ürün getirisi azalmaktadır.  Sonuçlar Büyük Menderes havzasında olduğu gibi Gediz havzasında da jeotermal kurulum ve faaliyetlerin temiz, çevre dostu, yenilenebilir enerji kaynakları olmadığını göstermektedir.  Bu durum ise sürdürülebilir ve kabul edilebilir değildir.