Büyük Menderes havzasında 30 yılı aşkın süredir Sarayköy’den Söke’ye kadar uzanan alanda, bugün sayıları 38’e ulaşan jeotermal santraller(JES) birinci sınıf tarım alanlarında, incir ve zeytin bahçelerinde, sulak alanlarda, Büyük Menderes nehri kenarında kurulmuş, yılda 190 milyon tondan fazla su buharını ve 9 milyon tondan fazla yoğuşmayan gazı havaya, 80 milyon tondan fazla akışkanı Büyük Menderes havzası su kaynaklarına bırakarak, havza ekolojisini geri dönüşümsüz bir yola sürüklemektedir. JES’lerin havaya saldığı su buharları bağıl nemin artmasına, yoğuşmayan gazlar hava kirliliği ve asit yağmurlarına, su kaynaklarına bırakılan akışkanlar yer üstü ve yer altı sularında ağır metal ve radyonükleit kirlenmeye sebep olmaktadır. Jeotermal akışkanların bilinçsiz ve yanlış kullanımı, çevre kirliliğini tetiklemektedir. Akışkanlarda tipik olarak yüksek pH ve iletkenlik, buna bağlı olarak yüksek tuzluluk ve yüksek bor derişimi gözlemlenmektedir. Bu akışkanlar ise yanlış kullanımları sonucu önce sular, sonra topraklar, daha sonra bitkiler yani kısaca tüm ekosistem için tehlike alarmı vermektedir. Büyük Menderes havzası jeotermal sular kireçlenme ve korozyonla sonuçlanan yüksek oranda arsenik, bor, kadmiyum, kurşun içeriyor. Bunlar reenjekte edilmediği içinde toprak ve su kirlenmesi yapıyor (Alper Baba,2006).  Akışkan salınımı sonrası Büyük Menderes nehir suyunda normale göre bor 30-150, tuzluluk 2-6, elektriksel iletkenlik 2-15 kat fazla artmış değerlerde saptanmıştır (Niyazi Aksoy 1998, Doğan Akar 2006, BMN Havza Yönetim Planı 2016). Ege bölgesinde, Büyük Menderes nehrinin ve yer altı sularının bor seviyesi çevredeki jeotermal kaynaklardan dolayı gün geçtikçe artmakta ve toprakların kalitesi bor yüzünden bozulmakta (Aydın ve Seferoğlu 2000). Boncukçuoğlu vd. 2003’de toprakta veya sulama suyundaki bor derişimin belirli sınırları aşması durumunda bitki yaprağında sararma, yanma ve yarılmalar, olgunlaşmış yapraklarda dökülme ve büyüme hızının yavaşladığını bildirmişlerdir. Az borlu topraklar 0.7 ppm'e kadar bor içermekle ve hiçbir bitki için sorun teşkil etmemektedir. Orta borlu topraklar 0.7-1.5 ppm bor içermekte ve bazı bitkiler için sorun yaratmakta. Yüksek bor’lu topraklar 1.5-3.75 ppm bor içermekle ve çoğunlukla bitkiler için tehlikelidir. Çok yüksek bor’lu topraklar ıse 1.75 ppm den fazla bor içermekte olup bitkiler için tehlikelidir (Ozgul 1974, Uygan & Çetin 2004). Zeytinin 1 ve 2 pmm bor’a dayanıklı bir bitki olduğu görülmüştür (Gupta vd. 1985; Demirtaş, 2005; Lardi,2011;) Sulama suyunda veya toprakta yüksek düzeyde bor bulunması, bor toksititesi nedeniyle ürün kayıplarına neden olmaktadır. ADÜ Ziraat Fakültesi tarafından 2012 yılında yapılan çalışmalarda 6 ppm bor uygulanmış zeytin fidanların yaşlı yapraklarında kurumalar, 8 ppm uygulamasında 1 yıllık borlu sularla sulama sonucunda fidanların kurumasına ve çalı olmasına neden olduğu belirlenmiştir. 2013 yılında ise 4-6 ve 8 ppm bor uygulanan bitkilerde nekroz şeklinde yanmalar yaptığı gözlemlenmiş (Saime Seferoğlu-Emre Dalgıç,2013) Gülsüm Poyraz tarafından (2016) Buharkent’te yapılan çalışmada, jeotermaller çevresindeki toprak ve zeytin-incir meyvelerinde pH, tuzluluk, bor, demir, alüminyum yüksek tespit edilmiştir. Özellikle JES çevresindeki tarım arazilerinde bor derişimi toksite sınırı olan ve ancak bor toksisitesine dayanıklı bitkilerin yetişebileceği 3.0 mg/kg sınırının oldukça üstünde bulunmuştur. Bu şekilde jeotermal sular karışan dere, baraj gibi su kaynaklarından yapılacak olan devamlı sulamalarla topraklarda geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bor kirliliği meydana gelecektir. Sonuç olarak yüksek bor derişimi ve tuzluluğa sahip sıcak jeotermal suların soğuk yer altı sularına veya yüzey sularına karışıyor olması tarımsal alanlar için büyük tehlikeler yaratmaktadır. Ege Ü.’den Mustafa Bolca (2010), Alangüllü’de JES’e yakın topraklarda içinde zeytinin de olduğu 78 bitki türü örneklerinde fiziksel-kimyasal-ağır metal-radyonükleit kirlenme saptadı. Yine Ege Ü.(2016) Pamukören’de yaptığı çalışmada, JES’lerden akışkan salınımı sonrası toprak, incir ve zeytinde, bor ve sodyum seviyelerini yüksek saptadı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Tübitak’ın 2017 yılında ortaklaşa yaptıkları çalışmada Alangüllü’deki JES’lerin akışkanlarını Alangüllü deresine bırakması sonucu, deredeki bor seviyesi normalin 67 katı fazla, bu su ile sulanan topraklardaki bor seviyesi normalin 5 katı fazlası saptandı. 2018 yılında Alangüllü’de yer alan JES etrafında iki bin kadar zeytin ve incir ağacın yaprak ve dalları bir aylık zaman dilimi içinde hızlı bir şekilde sararmaya, kurumaya başladı. 2019 yılında bu ağaçların tüm yaprakları döküldü, ağaç gövde ve dalları ateşle yakılmış gibi karardı, kuruma işlemi artarak devam etti. Dava konusu olan bu arazide yapılan laboratuvar çalışmalarında yeraltı sıcak su seviyesinin ve toprak sıcaklığının yükseldiği, topraktaki bor seviyesinin 9 mg/kg olduğu saptandı. 2018 yılında zeytin ve incir ağaçlarında benzer kuruma işlemi Pamukören’de de meydana geldi. Burada da JES’e yakın bin beşyüz kadar incir ve zeytin ağacı hızlı bir şekilde kurudu, bu topraklarda tarım yapılamaz hale geldi. ADÜ’den Derya Erden’in (2016) incelemesine göre, Aydın bölgesinde son 5 yıldır dolu sezon dediğimiz sezonlar yok oldu. Bunun nedeni de Sarayköy'den Ortaklar'a kadar olan JES’lerin hidrojen sülfür gazını havaya salması ve bu gazın yağmur ile birleşerek çiçeklenme döneminde çiçekleri yakıp randımanlı ürün alınmasına engel olmasıdır. Aydın ili ekonomisine zeytin ve zeytinyağı üretimi büyük bir katkı sağlamakta ve büyük önem taşımaktadır. Fakat son yıllarda zeytincilik kanununun maden ve jeotermal işletmeleri tarafından ihlal edilmesi, zeytin üretim sahalarının daralması, toprak kalitesinin azalması, ağaç başı kg verimin az olması, var-yok yılları arası üretim farkının fazla olması, zeytin zararlılarının artması, zeytin üretimini etkileyen çevre kirliliği ve iklim değişikliklerinin artması, Aydın’da zeytin tarımını ciddi şekilde etkilemektedir. Aydın zeytincilik verilerine bakıldığında bu sonuçlar çok net bir şekilde görülmektedir; •TÜİK verilerine göre; 2007/08 ile 2016/17 yılları arası zeytin üretim süreçlerinde Türkiye’de zeytin dikim alanları yüzde 9.25, Aydın’da yüzde 0.5 artmıştır. •TÜİK verilerine göre 2008-2017 döneminde “meyve veren zeytin ağaç sayısı” Türkiye’de yüzde 39.6, Aydın’da yüzde 4.46 arttı. •Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi’ne(UZZK) göre 2013/2014 ile 2017/2018 zeytin üretim sezonlarında “meyve veren zeytin ağaç sayıları” Aydın’da yüzde 0.37, Türkiye’de yüzde 10 arttı. Yine bu dönemlerde “meyve vermeyen zeytin ağaç sayılarını” ise Aydın’da yüzde 11, Türkiye’de yüzde 6.4 artmıştır. •UZZK’ya göre 2013/2014 ile 2015/2016 zeytin üretim sezonlarında “elde edilen zeytin ton miktarları” Aydın’da yüzde 37.4 azaldı, Türkiye’de yüzde 8.4 arttı. Bu dönemlerde “elde edilen zeytinyağı üretim ton miktarları” ise Aydın’da yüzde 33.9 artarken, Türkiye’de yüzde 2.9 azaldı. Adı temiz ama uygulamaları kirli olan jeotermal enerji üretimleri sonucu Aydın’da çevre kirliliği ve iklim değişiklikleri ile bunların sonuçları hızlı bir şekilde artmaktadır. Başta Zeytincilik kanunu olmak üzere kanunların uygulanmaması, yapılmış pek çok bilimsel çalışma ile günlük yaşantı örnek sonuçları ortada olmasına rağmen, jeotermallerin plansız-programsız-yersiz kurulması ve denetimsiz çalıştırılması sonucu; Aydın’da zeytin dikim alanları artmamakta, meyve veren zeytin ağaç sayıları Türkiye ortalamasının çok altında artarken, meyve vermeyen ağaç sayıları Türkiye ortalamasının üstünde artmakta, ağaç başı zeytin kilogram verimi Türkiye ortalamasını altında kalmakta, elde edilen zeytin ton miktarları Türkiye’de artarken Aydın’da hızlı bir şekilde azalmaktadır. Sonuç olarak Aydın’da zeytin, incir ve pamuğun kötü kaderine mahkum edilmekte.