Sonda söyleyeceğimizi başta ifade edelim de…
Birileri öküz altında buzağı aramasın.
Nasıl ki DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinden bahsedildiğinde bütün Sünniler kastedilmiyorsa…
Nasıl ki PKK, YPG gibi terör örgütleri denildiğinde bütün Kürtler kastedilmiyorsa…
Nasıl ki DHKP-C gibi terör örgütleri denildiğine bütün Aleviler kastedilmiyorsa…
Hatta Taşnak, Asala vb terör örgütleri denildiğinde bütün Ermeniler kastedilmiyorsa…
Dahası Haçlı zihniyeti denilince bütün Hristiyanlar…
Dahanın da dahası Siyonist Soykırımcı İsrail denildiğinde aklı selim Yahudiler kast edilmiyorsa…
Çaldıran’da, Yavuz Sultan Selim Han’ın İdris-i Bitlisî’ ile olan ittifakında da böylesi bir durum söz konusudur.
Burada, kendi Devletini korumaya yönelik bir mücadele vardır.
Yani, iki devlet arasında cereyan eden bir savaş olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Dolayısıyla Alevilere yönelik harekât olduğu iddiası kuyruklu bir yalan ve iftiradır.
Bilakis Osmanlı Türk Sultan’ının Devletini/halkını muhafaza etme gayesi söz konusudur.
“Alevi” katliamı iftirası tarihî hakikatlere aykırıdır.
Bunun böyle olduğunu herkes gibi bu tarihi gerçeklere gözünü kapatanlar da bal gibi bilmektedir.
Ancak birileri alınacak diye de doğru tarihi yok sayamayız.
Birileri böyle istiyor diye Yavuz Sultan Selim ve Çaldıran Zaferi’ni tarihten silemediğimiz gibi...
Türk-Kürt ittifakının da üzerini örtemeyiz.
Soru şu:
İftara atanlara göre, İdris-i Bitlisî’yi hiç yaşamamış mı kabul edeceğiz?
***
Yeni Şafak gazetesinden Aydın Ünal beyefendinin bu hususla alakalı tarihi özeti çok yerinde olmuş (23.05.2025).
“Anadolu’nun üzerine karabasan gibi çöken Şah İsmail tehdidini ve Çaldıran’ı bir kez daha hatırlayalım ki ne büyük bela atlattığımız unutulmasın” diyen yazar şöyle devam ediyor:
Safeviyye tarikatı 15’inci yüzyıl sonlarında bugün İran’da bulunan Erdebil şehrinde Şeyh Safiyüddin tarafından kuruldu.
Başlarda Sünni bir tarikattı ama torunu Hoca Ali, Şiiliğe meyletti.
Anadolu’dan dönen Timur, Hoca Ali’yi ziyaret edince tarikatın gücü arttı.
Şeyh Haydar zamanında tarikat mensupları 12 dilimli kırmızı başlıklar giymeye başladı ve “Kızılbaşlar” olarak anıldılar.
Şeyh Haydar’ın oğlu İsmail 1487 yılında doğdu.
Hem dedeleri, hem de kendisi “seyyit” olduklarını, Ehli Beyt’ten geldiklerini yani “ Arap” olduklarını iddia ettiler.
İsmail, 12 yaşında tarikatın başına geçti.
1500 yılında Anadolu’ya geçti, Erzincan’da kalarak Türkmenler üzerinde yoğun bir propagandaya başladı ve kendisine taraftar topladı.
1502 yılında Tebriz’e döndü, tahta oturdu ve Safevi Devleti’ni kurdu.
O andan itibaren Sünniliğe karşı bir soykırım başlattı; bugünkü Azerbaycan’dan bütün İran’a, oradan Basra’ya kadar işgal etti ve tamamı Sünni olan o coğrafyayı kılıçla, kıyımla, işkenceyle, baskıyla Şiiliğe yöneltti.
Mezhep değiştirmeyenleri kazanlarda haşladı, meydanlarda yaktı.
Ezanı değiştirdi, ibadetlerde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a sövülmesi uygulamasını başlattı.
Anadolu’da gizliden gizliye yayılan propaganda ve örgütlenmeyle Türkmenler “açılın kapılar Şah’a gidelim” diyerek akın akın İsmail’in ordusuna katıldılar.
Osmanlı tahtındaki 2. Beyazıt tehlikeyi görmüyor, Türkmenlerin Anadolu’yu terk etmelerini umursamıyor, İsmail’e fazla müsamahakâr davranıyordu.
Şah İsmail, Özbek Sultanı Şeybani Han’ı savaşta öldürerek kafatasını altınla kaplatmış, 2. Beyazıt’a göndermiş, hatta Osmanlı Padişahını, Timur’u hatırlatarak tehdit etmişti.
Dahası Osmanlı topraklarından ordusuyla elini kolunu sallayarak geçiyor, Türkmenleri isyana teşvik ediyordu ama İstanbul, olanları görmezden geliyordu.
O kadar ki, artık şehzadeler bile Şah İsmail’in safına geçmeye başlamıştı.
Şehzade Selim, Trabzon’da vali iken tehlikeyi bizzat görmüştü; tahta geçince, Anadolu’nun üzerine çöken bu karabulutları dağıtmaya karar verdi.
Osmanlı Devleti’ni dağılma, yıkılma noktasına getiren İsmailî isyanları bastırdı, 1514’te doğu seferine çıktı.
Bugün Van sınırları içinde olan Çaldıran Ovası’nda Şah İsmail’le karşılaştı, kısa sürede İsmail’i yendi.
Çaldıran’da başta İdris-i Bitlisî’nin askerleri olmak üzere Kürtler Yavuz’a tam destek verdi.
İsmail bu yenilgiyi hazmedemedi, kendisini içkiye vurdu, devlet yönetimini savsakladı.
Osmanlı’ya karşı İspanyollardan, Portekizlilerden, Macarlardan destek istediyse de alamadı.
1524’te Tebriz’de öldü.
Arkasında kılıçla mezhep değiştirmiş İran ve Irak kaldı.
Yavuz Sultan Selim, tehlikeyi öngörerek Osmanlı’yı ve Anadolu’yu uçurumun kenarından almış oldu.
İsyanları bastırmak dışında Anadolu Alevilerine dokunmadı.
Nitekim Alevi varlığı Anadolu’da devam etti.
Çaldıran’la birlikte İran merkezli bir sapkınlığın Anadolu Aleviliğini zehirlemesinin önüne geçti.
Yavuz Sultan Selim, Alevi kıyımı yapmadı, tam tersine Alevileri istismardan kurtardı.
Çaldıran Savaşı, tıpkı Malazgirt gibi bir dönüm noktasıdır; Anadolu’yu, Osmanlı Devleti’ni, Alevileri ve Sünnileri çok büyük bir tehditten kurtarmıştır.
Kardeş kavgası değil, o coğrafyada acımasızca Türk kıyımı yapan Şah İsmail’e karşı Hak ile batılın savaşı, Türkiye’yi bugünkü İran’a benzemekten kurtaran bir kutlu mücadeledir.
Çaldıran unutturulamaz. Tarihi yerli yerine koyalım ki, ayrıştırmasın, birleştirsin.
***
Tarih, doğru okunursa birleştirici…
Yanlış okunursa ayrıştırıcı olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Bu Vatan hepimize yeter.
Yeter ki sahip çıkalım.