Bazen bir insanla konuşursunuz ve bir anda anlarsınız: Karşınızda bir gezegen değil, koca bir galaksi duruyor. Yörüngesinde sizin, benim, bütün gezegenlerin dönmesi gereken bir duygusal süpernova! Sizin yaşadıklarınız mı? Eh, onlar fragman bile değil. Belki jenerik yazılarının arkasına konabilecek minik notlar. Çünkü onun üzülmesi dünyanın sonu, sizin üzülmeniz ise “hadi yaa” tepkisinin ötesine geçmez.

Duygusal bencillik, adeta bir sanattır. Bu şahane kişiler, kendilerini üzgün hissettikleri anda tüm ışıkları üzerlerine çekebilecek muazzam bir yeteneğe sahiptir. Siz bir şey anlatırken “ay evet ya ben de geçen aynısını yaşadım” diyerek sahneyi devralmaları saniyeler sürer. Siz konuşmaya başlamış olabilirsiniz ama onun acısı daha... ne diyelim... “prestijli”.

Hani bir gün başınızdan ciddi bir şey geçmiş, gerçekten yıkılmışsınız diyelim. Paylaşmak istiyorsunuz. İşte o an duygusal bencil devreye girer ve şöyle der:
"Aynı şey bana da olmuştu ama ben kimseye anlatmadım bile..."
Bravo. Hem mağdur, hem mütevazı. Oscar'lık performans.

Bunlar çoğunlukla çok duyarlıdırlar. Tabii yalnızca kendi iç dünyalarına karşı. Sizin üzülmeniz onları yalnızca “rahatsız eder” çünkü o anda sizin probleminiz, onun moralini bozmak gibi korkunç bir potansiyel taşır. Bu yüzden de, sizin kötü hissetmeniz gerektiğinde bile onlara “iyi hissettirme” görevi size verilir. Çünkü dikkat, birinin modunun düşmesi sadece onunla ilgili değildir; tüm evreni etkileyen bir enerji kaybıdır.

Duygusal bencillerin tipik özelliklerinden biri de pasif-agresif manipülasyon tekniklerinde uzman olmalarıdır.
“Ben zaten kimseye yük olmak istemiyorum…” der mesela. Nezaket gibi görünür ama aslında "sen bana gereken ilgiyi göstermedin" diye bir tokat gibidir.
Bir de her cümlesi, kendi iç dünyasına yapılan bir yolculuk gibidir. “Ben olmasaydım bu ortam dağılırdı” diyerek gruplarda liderliğini ilan eder, “Ben olmasam kimse kimseye iyi geceler bile demezdi” diyerek tüm sevgi trafiğinin merkezine oturur.

Birlikte ağlamak mı? Hayır. O önce ağlar. Siz sonra ağlarsınız, ama sessizce lütfen. Çünkü ağlarken onun anlatacak başka bir travması daha olabilir.

Ve siz bir gün artık “yeter” dediğinizde, bu sefer de mağdur koltuğuna otururlar. “Sen de bana hiç anlayış göstermiyorsun.”
Bak sen şu işe. Onca zaman onun aylarını, haftalarını, saatlerini anlamaya çalıştınız ama bir kez siz "ben de varım" dediniz diye "anlayışsız" oldunuz.

Peki bu insanlar kötü mü? Hayır. Genelde değil. Ama duygusal radarları sürekli içeri dönük. Başkalarını görebilmeleri için belki bir iç-dönüş kamerası lazım. Belki bir dürbün, belki de bir “başka insan da var” uyarı sistemi.

Ama yine de kırmayın onları. Kırıldıklarında ne kadar kırıldıklarını anlatan üç bölümden oluşan duygusal bir Netflix dizisine dönüşebilirler.
Ve tabii ki başrolde yine kendileri vardır.