Toplumumuzda ciddi derecede bir kavram sorunu var. Aslında sebebini anlamak çok da zor değil. Var olan şeyi başka başka şekillerde adlandırarak ondan kaçabileceğimizi düşünüyoruz biz zavallılar. Ee tabi bu kavram çatışması daha çok, hatta en çok olumsuz duygu ve davranışlarda sahnelerde yerini alıyor. Kötüyü ve yanlışı yakıştıramıyoruz kendimize; belki de egomuzdan bilemiyorum ama yoksunuz kendimizi eleştirmekten. Fakat anlamadığımız çok önemli bir nokta var, kendimizi dövmezsek başkalarına yol gösteremeyiz. Beş hareketimizden biri yanlış olur bazen ve şanslıysak birileri bizi uyarır ancak ilk tepkimiz “ama” olur. Kurulu fare gibi savunmaya geçeriz direkt. Unutabilsek şu ‘ama’ kelimesini, belki de çözeceğiz bir çok şeyi ama yapamıyoruz maalesef. Küçücük bir kelimeyle ne büyük duvarlar örüyoruz farkında olmadan. İşte kelimelerin gücü diyip küçük bir edebiyatçı böbürlenmesini de araya sıkıştırayım. Lakin işin gerçekliğini de göz ardı edemeyiz. O küçük kelime nasıl Berlin Duvarını örüyorsa, aynı küçük kelime o koca Everest Dağını da yerle yeksan edebiliyor. Ee boşuna mı demiş atalarımız bir söyle bin işit diye.