“Kahve tüketiminin” kanser ile ilişkisini değerlendiren çalışmalar çelişkili sonuçlar vermektedir. Bazı kanserlerin görülme sıklığı kahve tüketimine paralel olarak artmakta iken, bazı kanser türlerinde ise kahve tüketiminin koruyucu olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kahve tüketimi ile pankreas kanseri insidansı arasındaki ilişki nicel olarak bildirilmiştir. Araştırmalar kahve içme ve pankreas kanseri riski arasında ters bir ilişki olduğunu göstermektedir. Sigara ve benzeri tütün maddelerini kullanan bireylerin, çay ve kahve tüketimlerinin de fazla olabileceği düşünülmektedir. Buna göre çay ve kahve gibi polifenol içeren içeceklerin akciğer kanseri riskini etkileyebileceği hipotezinin akla yatkın bulunabileceği savunulmuştur. Deney hayvanlarında geliştirilen kanser modellerinde “probiyotiklerin”, kanser gelişimini önlediği ortaya konmuştur. Probiyotikler kolondaki mutajenleri bağlayarak gaita ile atılmasını sağlarlar. Muhtemelen probiyotikler mutajenik ve karsinojenik maddeleri kullanmakta ya da metabolize etmektedirler. Probiyotikler, immun sistemi de güçlendirerek kanser gelişimine mani olmaktadırlar. “Karotenoidler”(biyolojik pigment) moleküler yapılarında bulunan konjuge çift bağ sayesinde antioksidan özellik göstererek, serbest radikal reaksiyonlarının oluşmasını önler ya da üretilen serbest radikalleri baskılayarak, dokuları oksidatif ve foto oksidatif hasara karşı korur. Yeterli miktarda alınırsa kanserden korumanın mümkün olabileceği yapılan çalışmalarda belirtilmektedir. “C Vitamini” bir serbest radikal giderici olarak sayılmaktadır ve C vitamini bakımından zengin gıda maddelerinin (örneğin turunçgil meyveler) yüksek oranda vücuda alınması, mide kanseri insidansını azaltmada rol oynayabilmektedir. Aktif “D vitamininin” muhtemel antikanser etkisi yaklaşık 30 yıldır hayvan ve hücre çalışmalarında değerlendirilmiştir. Vitamin D Reseptörü eksprese eden malign hücrelerin listesi oldukça geniştir. Kanser mortalitesinin ekvatordan uzaklaştıkça arttığı geçen yüzyılın başlarında bildirilmiştir. Kolon, prostat ve meme kanseri insidansının ultraviole ışınlarının bol olduğu bölgelerde daha düşük olduğu gösterilmiştir. 2008 yılında Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın yayınladığı D vitamini ve kanser ilişkisiyle ilgili raporda; 25(OH)D düzeyiyle kolorektal kanser, sporadik kolorektal adenoma, ve meme kanseri arasında ters ilişki olduğu bildirilmiştir. Yapılan bir metaanaliz çalışmasında akciğer kanseri ve serumdaki D vitamini seviyesi arasında anlamlı negatif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalar yüksek “tuz ve turşu, salamura” gibi besinlerin fazla tüketiminin, mide mukoza hücrelerinde anormal bölünmelere yol açarak mide kanseri riskini artırdığını göstermektedir. Bu sebeple diyette tuz tüketiminin azaltılması, yemeklerin az tuzlu pişirilmesi ve sofrada ek tuz kullanımından kaçınılması önerilmektedir. “Alkol” tüketiminin kolon ve rektum, ağız, baş-boyun ve karaciğer kanser riskini artırdığı bildirilmektedir. Ayrıca sigara ile birlikte alınan alkol ise kanser riskini birkaç kat artırmaktadır. Ayrıca alkol, kanserden koruyucu besin ögelerinin alımı ve emilimini olumsuz etkilediğinden dolayı da kanser riskini artırmaktadır. Sebze ve meyvelerde bulunan az miktarda “ilaç kalıntısı” toksik olabilir ve kanser riskini artırabilir. Bu nedenle tüketilmeden önce sebze ve meyveler mutlaka yıkanmalıdır.   Cruciferae familyası, mor lahana, beyaz lahana, karnabahar, Savoy lahanası, Brüksel lahanası, brokoli gibi sebzelerle, kolza gibi yağlı tohumlar ve hardal gibi baharatları kapsamaktadır. “İzotiyosiyanat bileşimlerin” bulunduğu Cruciferae familyasındaki sebzelerin tüketiminin böbrek, prostat, kolon, idrar kesesi, akciğer ve rektum kanseri riskini azalttığı saptanmıştır. Turp, Çin lahanası tüketmenin menopoz sonrası dönemdeki kadınlarda meme kanser riskini önemli derecede azalttığı saptanmıştır. “Antosiyaninler” meyve, sebze ve çiçeklerde yaygın olarak bulunan doğal pigmentlerdir. Antosiyaninler ve antosiyanidinlerin insan kolon kanseri hücrelerinin büyümesini engellediği görülmüş ve buna dayanılarak günlük diyetle tüketilen vişnenin kolon kanseri riskini azaltabileceği bildirilmiştir. Nar ekstresinin hücre büyümesini baskıladığı, hastaların plazma ve serum prostat kanseri hücresi sayılarında anlamlı azalma yaptığı gösterilmiştir. Tüketilen besinlerin cins ve miktarlarının önemli olduğu kadar, “pişirme yöntemleri” de önemlidir. Pişirme sırasında besinlerde yararlı değişimler olduğu kadar, zararlı değişimler de olmaktadır. Gıdaların yanlış hazırlanması sırasında birçok zararlı bileşen ortaya çıkmakta olup, bunların bir kısmı kanserojen bileşiklerdir. Kızartma yağlarında gerçekleşen termal ve oksidatif reaksiyonlar nedeniyle, aynı yağın uzun süre kullanılması, o yağda kızartılan ürünlerin kabul edilebilirliğini ve besinsel değerini olumsuz etkilemektedir. Kızartma yağlarını üç defadan fazla kullanmak yağın yanmasına sebep olur. Yanmış yağ kanserojenler içermektedir. Barbekü, ızgara ve tavada kızartma gibi pişirme yöntemlerinin mikrodalga ile pişirme ve haşlama/buğulama gibi pişirme yöntemlerine kıyasla kanserojenik bileşikler oluşumunda daha etkili olduğu yapılmış çalışmalarda rapor edilmiştir. Nemli ve sıcak ortamlarda saklanan tahıllar, yağlı tohumlar (fındık, fıstık, ceviz gibi), kuru meyveler ve baharatlarda bazı mikroorganizmalar çoğalabilmektedir. Bu mikroorganizmaların ürettiği “aflatoksin” de özefagus ve karaciğer kanserlerine neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle depolama uygun koşullarda, buzdolabı ve serin depolarda yapılmalı ve küflenmiş besinler üzerindeki küfler atılsa bile hiçbir şekilde tüketilmemelidir. Özelikle küflendirilerek satılan küflü peynirler de kesinlikle tüketilmemelidir. Özellikle yoğurt, tarhana, pekmez, salça, reçel ve turşu gibi besinlerin “boşalmış deterjan veya ilaç kutularında, boyalı plastiklerde” saklanması, saklama kabından, kansere yol açan kurşun gibi bazı ağır metallerin ve kimyasalların vücuda alınmasına yol açar. Bu sebeple, yiyecekler kesinlikle besinlerin saklanması için yapılmış olan kaplarda saklanmalı ve özellikle boyalı olmayan cam kaplar tercih edilmelidir. Bazı “plastik damacanalarda” bulunan ve kimyasal bir madde olan Bisfenol A’nın (BPA) belirli bir dozda kanserojen etkisi vardır, ayrıca vücutta zararlı oksijen bileşiklerinin birikmesine yol açabilmektedir. BPA’ya maruz kalınması durumunda, hormonlarla ilişkili örneğin meme ve yumurtalık kanseri gibi kanserlerin görüldüğü yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Sonuç olarak, kanser riskini artırıcı birçok faktör vardır. Yapılan çalışmalarda beslenmenin kanser riski oluşturmada önemli olduğu belirtilmiştir. Kanserde tıbbi beslenme tedavisi her zaman etkin bir yöntemdir. Kanseri tıbbi beslenme tedavisi ile yok etme hayali bir düşünce, kanserin hızını etkileme düşüncesi ise gerçek bir yaklaşımdır. Kanserden korunmak için beslenme önerisi önemlidir. Kanserden korunmak için “tek ve geçerli” beslenme önerisi: “Günde en az 5 porsiyon meyve ve sebze içeren, yağdan düşük, lifçe yüksek diyet tüketilmeli ve kırmızı et haftada birden fazla yenmemelidir” şeklindedir. Bu cümleye bir kelime eklemek veya çıkarmak bilimsel olarak doğru değildir.