Kimi zaman yaşadığımız yerin sessizliği, hayallerimizin de sessizleşmesine neden olur. Büyük şehirlerin gürültüsü umut diye pazarlanırken, küçük şehirlerde sessizce büyüyen yetenekler görmezden gelinir. Ama unutmamalıyız ki; çınar, betonun içinde değil, bereketli toprakta yetişir.

Bugün bu yazıyı okuyan genç kardeşim, belki Nazilli’nin bir mahallesinde, belki bir atölyede çıraklık yapıyor, belki bir okul sırasında yarınını düşlüyor... Nerede olursan ol, bulunduğun yer değil, içinde taşıdığın umut seni bir yerlere götürecek. Ve unutma, kimse senin hikâyeni senin kadar güzel yazamaz.

Kendini küçümseme. Sosyal medya, ekranlar, vitrinler başkalarının başarılarını gösterirken sen kendi yolculuğunu yaşıyorsun. Kimi hemen koşar, kimi önce düşer, sonra yürümeyi öğrenir. Kimi daha erken keşfeder kendini, kimiyse biraz geç... Ama herkesin saatinin ayrı çalıştığını unutma. Senin zamanın geldiğinde ışığın da açılacak.

Yerel olmak dezavantaj değil, aksine karakterdir. Küçük yerlerde büyüyen insanlar, hayatın her tonunu daha yakından tanır. Komşuluk bilirler, emeğin ne demek olduğunu bilirler, bir selamın ne kadar değerli olduğunu... Bu değerleri unutma, çünkü seni sen yapan tam da bu kökler.

Kendini geliştir, oku, dene, yanıl, bir daha dene… Kurslara git, yazılar yaz, bir enstrüman öğren, kodla, tasarla, hayal kur. Başarı sadece diplomanın değil, kendine kattıklarının bir yansımasıdır.

Ve sevgili büyükler, sizlere de bir çift sözüm var: Gençleri yalnız bırakmayın. Onların yüreklerine dokunacak bir kelime, bazen bir ömürlük yol haritası olabilir. Onlara güvenin, yön vermeye değil, yanlarında olmaya çalışın.

Bu şehirden de doktorlar, sanatçılar, mühendisler, yazarlar, mucitler çıkar. Yeter ki biri onlara “Yapabilirsin” desin. Ben diyorum: Yapabilirsin! Ve sen okurken belki de artık bunu sen de diyorsun kendine: Yapabilirim.

Çünkü her şey, bir "ben de yapabilirim" cümlesiyle başlar.