30 Ağustos, milletimizin tarih sahnesine yeniden doğduğu, bağımsızlığını kanıyla-canıyla koruduğu en büyük dönüm noktalarından biridir. Bugün yalnızca bir savaşın kazanıldığı gün değil; bir milletin hürriyetine ve geleceğine sahip çıkma iradesini dünyaya haykırdığı gündür.
Ege toprakları, bu zaferin en canlı tanıklarıdır. Uşak’tan Afyon’a, Aydın’dan İzmir’e kadar her şehir ve her ilçe, işgalin acısını da, özgürlüğün coşkusunu da yaşadı. Nazilli’nin, Söke’nin, Ödemiş’in, Tire’nin, Manisa’nın, Denizli’nin ve nice Ege kasabasının düşman çizmesi altında geçirdiği günler, halkın kalbine kapanmaz yaralar bıraktı. Ama işte tam da bu yüzden kurtuluş günleri, her yıl aynı inanç ve aynı gururla anılıyor. Çünkü bu topraklar, bağımsızlığın ne demek olduğunu en iyi bilen yerlerdir.
Bugün bizlere düşen görev, atalarımızın kazandığı zaferin yalnızca yıl dönümlerinde hatırlanacak bir “tarih bilgisi” olmamasını sağlamaktır. Zafer Bayramı, genç nesillere aktarılacak bir mirastır. Onlara, özgürlüğün kıymetini ve bağımsızlığın bedelini anlatmadığımız sürece bu miras eksik kalır. Çünkü zaferler, sadece törenlerle değil, onları yaşatacak bilinçle geleceğe taşınır.
Ege’nin dağlarında açan çiçekler, yalnızca tabiatın değil; özgürlüğün, bağımsızlığın, direnç ve umudun da simgesidir. O günün ruhunu taşımak, yalnızca kahramanlık hikâyelerini bilmek değil; birlik ve beraberlik içinde, ülkemizi daha güçlü kılmak için çalışmaktır.
30 Ağustos’un ateşiyle aydınlanan yol, bizlere bir kez daha gösteriyor: Bu topraklar kolay kazanılmadı, kolay da teslim edilmeyecek. Yeni nesiller, geçmişin fedakârlığını unutmadan geleceğe sahip çıktıkça, Ege’nin kurtuluş günleri sadece anma değil; aynı zamanda bir uyanış ve diriliş olacaktır.