Üzerinde tonlarla ifade edilebilecek büyük bir yük vardı sanki. Bu yük nefes almasını güçleştiriyordu. Ağırdı duygu yükleri. Adeta hepsi kök salmıştı yüreğine. Baş edemiyor, tanımlayamıyor, lakin, bütün kederler, dertler kendisine yazılmış hissediyordu. Pişmanlıkları kızgınlıkları öfkeleri hayal kırıklıkları geçmişin “yorgunluğunu” geleceğin ise “umutsuzluğunu” oluşturuyordu. Yorgun hissediyor ve Umutlarının tükendiğini düşünüyordu. Yürümenin, dolaşmanın, tabiatın özünü yakalamanın iyi geleceği hissi ile manasız ve düzensizce dolaşmaya çıkmış ve orta yaşlı sakince bir adamın bir ırmak kenarında oturduğunu ve suyun akışını seyre daldığını farketti. Ağır adımlarla yaklaştı adama. Ne yaptığını merak ediyor ama cesaret edemiyordu sessizliğini bozmaya. “Nasıl farkedebildin mi?” diye sordu o adam. “Neyi?” deyince; “suyu” dedi adam.
“Bir hedefi var. O hedefe kilitlenmiş. Akıyor sadece. Bak; Ama en kolay yolu bularak akıyor. Kendine zorlu yollar seçmiyor. Önüne bir engel çıktığında uğraşmıyor, o engelin kenarından sessizce akıp gidiyor. Daha büyük ise çıkan engel, bekliyor, kendini dinliyor, dinliyor tecrübe ediyor ve aşıyor o engeli. Aşamıyorsa duruyor bekliyor yani sabrediyor, sürekliliği ile deliyor o engeli yine aşıyor. Hedefi var, o hedefe kilitlenmiş. Akıyor sadece. Akıyor.. Suya bakan adamın söyledikleri şaşırtıcı ama bi o kadar da sarsıcı idi.
Geri dönerken adımları hızlandı. Geçmişin yorgunluğunu düşünmekten akmayı, yaşamayı, zamanın, anın değerini unuttuğunu düşündü bi an. Ya ıskaladığı varılacak hedef? Dünyaya gelişinin bi amacı yokmuydu? Düşündükçe rahatladığını farketti. Sahi neydi bu üzerinde ki ağırlık? Atmalı, kurtulmalıydı. Akan bir su ve o suya bakan adam hayal mi idi. Gerçekmiydi. “Ne önemi var” dedi kendi kendine. “Sen kıssadan hissene düşeni al can” diye ekleyerek…
Sevgi ve Muhabbetle..