Su kaynaklarının kıt olması herkes için risk oluşturmaktadır. Artan nüfus ve büyüyen ekonomilerle birlikte su krizinden etkilenen ülke sayısı artacaktır. Su kıtlığı, gıda güvenliği, enerji güvenliği, yoksullukla mücadele,suya bağlı sağlık sorunlarında artış, ekonomik gelişmenin sürdürülebilir olmaması, iklim değişikliğine uyum ve biyoçeşitlilik kaybı gibi sorunları beraberinde getirecektir. Su kıtlığın sonuçlarını öngörmek kolay değildir. Su kıtlığı, sosyal, ekonomik ve ekolojik faktörlerin karmaşık etkileşimiyle ortaya çıkan bir durumdur. Sadece yağışların az olmasına bağlanamaz. Suya ilişkin riskler analiz edilirken yalnızca kişi başına düşen su miktarının göz önüne alınması yeterli değildir. Su yönetimi, su kaynaklarının planlı bir şekilde geliştirilmesi, dağıtılması ve kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Burada, hem resmi makamları hem de iş dünyasını yakından ilgilendiren riskler söz konusudur. Su miktarının, insan, çevre ve iş dünyasının gereksinimlerini karşılamakta yetersiz kalması, bazı ekonomik, sosyal, idari ve siyasi sorunlara yol açacaktır. Bu nedenle risk olgusu ele alınırken; riskin ortaya çıkmasından kimler sorumlu, riskin doğuracağı belirsizlikten kimler etkilenecek gibi soruların sorulması gerekmekte, sorunun “sorumlular” ve “etkilenecek taraflar” için ortak bir risk olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Suya ilişkin riskler farklı düzeylerde ve farklı şekillerde hissedilmektedir.Su, her ne kadar yerel bir kaynak gibi algılansa da, yerel su kullanarak üretilen birçok ürün ithal ve ihraç edilmektedir. Bu nedenle bazı durumlarda su, yerel ya da bölgesel bir kaynak olmaktan çıkıp, küresel bir kaynak haline gelmiştir. Su sıkıntısı arttıkça, özellikle tarımsal ürün fiyatlarının artması, bu tür ürünleri ithal eden ülkeler için siyasi, ekonomik, sosyal tehditler oluşturacaktır. Birçok ülkede gıda güvenliğine ilişkin kaygılar artacaktır. Su konusunda “karar vericileri” bekleyen riskler çok çeşitlidir. Yeterli miktarda ve iyi kalitede suyun sağlanması ve su kaynaklarının etkin yönetimi, bu konularla ilgili karar vericilerin en önemli toplumsal görevleridir. Bu süreçlerdeki aksamalar toplum ve çevre sağlığını, gıda güvenliğini,enerji güvenliğini ve kalkınmayı olumsuz yönde etkileyecektir. Karar vericileri ilgilendiren risklerin başında yoksulluk ve bununla ilintili sorunlar gelir. Yoksulluk ve su kıtlığı arasında bir kısır döngü vardır.Yoksul insanlar, suya devamlı ulaşılabilirliği olan insanlara kıyasla su için neredeyse 100 kat daha fazla bedel ödemektedir. Karar vericileri su tahsis ederken insanların içme ve kullanma suyu ihtiyacı ile doğal hayatın devamlılığı için gereken su miktarını ilk iki sıraya koymalıdır. “Tarım” yüzde 70’lik ortalamayla su kaynaklarının en büyük kullanıcısıdır. Tarım, özellikle gelişmekte olan ülkelerde en önemli sosyal ve ekonomik sektördür. Dünyadaki yoksul insanların yüzde 70’i kırsal bölgelerde yaşamaktadır ve tarım, bu nüfus ve kırsal kalkınma için en temel ekonomik faaliyettir. Dünyadaki kara yüzeyinin 1/3’ü ve kullanılan su miktarının 2/3’den fazlası tarımda kullanılmaktadır. Türkiye’de her yıl kullanılan su miktarının yüzde 73’ü tarımda gerçekleşmektedir. Tarımda suyun verimli olarak kullanılması, uygulanan sulama yöntemine bağlıdır. Ülkemizde hâlen sulanan alanların yüzde 97’sinde yüzeysel sulama yöntemi uygulanmaktadır. Su, “enerji üretimi” için de çok önemli bir kaynaktır. Hatta hidroelektrik sektörü (HES) suyu doğrudan girdi olarak kullanır. Türkiye, 2023 yılına kadar, hidroelektrik, rüzgâr, güneş, jeotermal gibi bileşenlere sahip yenilenebilir enerjinin payını yüzde 30’a çıkarmayı hedeflemektedir. Türkiye’de toplam 1.598 HES projesinin hayata geçirilmesi öngörülmekte olup, 2014 yılı itibarıyla 443 HES işletmeye alınmış durumdadır. Sayıları son yıllarda hızla artan bu projeler, su kaynakları ve su kaynaklarına bağımlı olan karasal ekosistemler ve yerel topluluklar üzerindeki etkileriyle taraflar arasında ciddi tartışmalara neden olmaktadır. “İş dünyasının” karşı karşıya olduğu su risklerini, havza ve şirket ölçeğinde iki farklı başlık altında tanımlanmaktadır. Havza ve şirketle ilgili risklerde, fiziksel riskler, yasal düzenlemelere ilişkin riskler ve itibara yönelik riskler olmak üzere üç kategori altında değerlendirilmektedir. Fiziksel riskler, su kaynaklarının kıtlığı, taşkınlar ya da su kirliliğiyle ilişkilidir. Türkiye’nin büyük bölümünde etkili olan kuraklık olayları ve su sıkıntısı, enerji üretiminde de bazı sonuçlar doğurmuştur. 2014 yılında, özellikle Doğu ve Batı Akdeniz, Antalya, Seyhan ve Marmara havzalarında enerji üretimi yapılan barajlardaki doluluk oranı bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 60 azalmış, nehir tipi HES’lerde enerji üretimi bir önceki yıla göre yüzde 40 azalmıştır. Suyla ilgili yasal düzenlemeler tamamıyla karar vericiler tarafından oluşturulmaktadır. Şirketlerin itibar riskleri, bulundukları havza ve faaliyet gösterdikleri iş koluyla doğrudan ilişkilidir.Şirketlerin, su kaynaklarını nasıl kullandığı ve faaliyetlerinin tatlı su ekosistemleri ile su kaynaklarına bağlı toplulukları nasıl etkilediği, toplum gözündeki itibarlarını etkileyebilir. Türkiye’nin farklı köşelerinde bir bir hayata geçirilen HES projelerinin gerek planlama gerekse uygulama aşamalarında sosyal ve çevresel etkileri azaltacak önlemlerin alınmaması paydaşları karşı karşıya getirmektedir.Marka değerinin kaybedilmesi, kurum imajının zedelenmesi, açılacak davalar ve hissedarların su kaynaklarıyla ilgili konularda çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalması şirketlerin itibarına yönelik en önemli risklerdir. Sonuç olarak su bütün canlı formları için gereklidir.Susuz bir hayat düşünülemez. Gerek bireylerin gerekse iş dünyasının su talebi her geçen gün artmaktadır. Ülkeler arası ticaret hacminin artması, suyun artık yerel bir kaynak olmaktan çıkıp, küresel bir kaynak haline getirmiştir. Türkiye’de ekonomik gelişmişlik ve dünya ortalamasının üzerinde seyreden nüfus artışı, tatlı su kaynakları üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Su kıtlığının oluşturduğu risk toplumun çeşitli kesimlerini farklı şekillerde etkilemekle birlikte, bu risk herkes için ortaktır. Bireyler açısından bakıldığında temiz, sağlıklı ve yeterli suya ulaşamama sorunu başka sıkıntılara zemin hazırlamaktadır. Bunlardan en önemlisi, suya bağlı hastalıkların ortaya çıkması ve hatta bu hastalıkların ölümle sonuçlanmasıdır. Yoksulluk ve susuzluk arasında kısır bir döngü yer almaktadır. Suya ilişkin riskten sadece insanların etkileneceğini düşünmek, sorunun yeterince doğru değerlendirilmediği anlamına gelir. Su kıtlığı ve suyun kirletilmesi doğal ekosistemleri de olumsuz etkilemekte ve hatta bazı türlerin tamamen yok olmasına yol açmaktadır.1970 yılından bu yana tatlı su kaynaklarına bağlı olarak yaşayan canlı türlerinin yüzde 37’si yok olmuştur. Bu canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için yeterli miktarda ve temiz suyun bulunması şarttır. Tatlı su ekosistemlerine müdahale hem insanlar hem de doğal çevre için kaçınılması olanaksız risklerin ortaya çıkmasına neden olabilir. İş dünyası açısından bakıldığında, bulundukları sektöre ve faaliyet alanlarına göre bütün işletmeler su kıtlığından farklı ölçülerde etkilenebilir. Şirketlerin suya bağımlılığı doğrudan ya da dolaylı olabilir. Suyu, ya kendi üretim süreçlerinde bir girdi olarak kullanabilirler ya da tedarik zincirinde kullandıkları sanal su miktarının yüksek olmasından dolayı su kıtlığından etkilenebilirler. Günümüzde suyun artık yerel değil küresel bir kaynak olması, su sıkıntısına karşı alınabilecek önlemlerin sadece firmaların kontrolünde olmasını engellemektedir. Bu nedenle, suyla ilgili ortak risklerin giderilmesi ve darboğazların aşılması paydaş katılımını ve ortak hareketi gerektirir. Resmi kurum ve kuruluşlar açısından bakıldığında ise, yeterli miktarda suyun temiz bir şekilde bütün yurttaşlara ulaştırılması, merkezi ve yerel yönetimlerin en temel görevlerinden biridir. Ancak günümüz koşullarında resmi kuruluşların su kıtlığından dolayı karşı karşıya bulunduğu riskin boyutları bununla sınırlı olmayıp çok daha geniştir. Özellikle ulusal kalkınma planları yapılırken, ulusal su arzı ve talebinin yanısıra, ileride yaşanabilecek su sıkıntıları ve bunun sanayi, tarım ve hizmet sektörlerini nasıl etkileyebileceği öngörülmelidir. Ulusal kalkınma stratejisinde dikkate alınması gereken en önemli konulardan biri de, suyun bir girdi olarak ekonomideki yerinin tam olarak ne olduğunun bilinmesidir. Başka bir deyişle, olası bir su kıtlığının, kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesinde ve ekonomik ilerlemede nasıl zorluklar çıkarabileceği dikkate alınarak ileriye dönük planlar buna göre yapılmalıdır.