Doğu Medeniyeti’ne has bir özellik olan kadim geçmişe bağlılık; geleneğin ışığında istikbale bakış vardır.Bahusus, Doğu milletlerinin içinde müstesna bir yeri olan Müslüman-Türk milleti de bundan azade değildir.Zikredilen hususlar yüzünden,kendince çıkış arayan veya hakikaten geleceğe matuf müspet fikirleri olan aydınlarımız;gelişmenin önündeki yegane mani olarak, geleneği görmüşlerdir.Burada haklı oldukları noktalar mevcuttur.Zira, yüzyıllardır devam ede gelen kültürler arası alış verişler;medeniyetlerin,hususiyle de Batı “uygarlığı”nın karşılıklı tesirleri neticesinde bir yozlaşma olduğu muhakkatır.Dolayısıyla refah ve huzuru yakalamada, tekâmülde, gelenek hep engellemenin baş âmili gösterilmiştir.Bunun için modernizm ile baş etmenin tek çaresi;bize ait ne varsa-tabiatıyla burada kast edilen geleneğimizdir- tamamını tarihin çöplüğüne atarak  “çağdaşlaşma“ yolunda ilerlememiz zaruri görülmüştür. Bütün günahlar geleneğe yüklenmiş ve yüklenmektedir. Buna benzer fikir kalıpları hep tepeden inmeci olduğundan yıllardır gelenek-yenilik çatışması süregelmiştir. Millet olarak tekâmül, geri kalmışlıktan kurtulmak, ilim ve teknikte ileri seviyedeki ülkelerin imkânlarından faydalanmak ve bunları kendi ülkemizdeki insanlarımızın hizmetine sunmak, elbette arzu edilen bir gayedir. Ve mutlaka bu uğurda çabanın azamisini göstermeliyiz. Ancak, maddî refah uğruna bütün kıymetlerimizden tavizler vererek, kendi tarihimizi, dilimizi, kültürmüzü, geleneğimizi ve tabiki dinimizi bir kenara atarak bunu yapmak; kısa vadede birileri için hoş olsa da ve buna mukabil maddî katkı sağlasa da; uzun vadede bir milletin yok olmasına sebep teşkil edecektir. Kapitalist ülkelerin müstemlekesi durumuna düşmekle, onlara boyun eğerek köleleşmek aynı mânâya geleceğinden, bize hiçbir fayda sağlamayacağı ayan beyan ortadadır. Hürriyetine düşkün, hürriyetin asırladır mümessiliğini yapmış bir medeniyetin torunlarının; modern bir malikhanede, bütün imkânları emrinde olan kölelerin, hizmetçilerin halini andıran bir durumla karşı karşıya kalması ve bunu kabullenmek fikriyle hareke etmesinin istenmesini düşünmek, abesle iştigaldir. Geleneği değerlendirmeye tabi tutarken elbette tahrif olmuş, yozlaşmış, asliyetinden kopmuş olanları temizlemek ya da aslına uygun bir şekilde yenilemek lazımdır. Hatta bunu yapmak, geleceğimiz adına elzemdir. Birçok mahalli âdetlerin dine girerek kutsileştirilmesi ve daha sonra da bunu sahih gelenek olarak hayatta icra edilmiş olmasının doğru bir telâkkî olduğunu göstermez. İslâm dinî, çeşitli devirlerde değişik milletlere ve medeniyetlere beşiklik etmiş topraklarda neşvunemâ bulması neticesinde, yeni hidayet bulanların eski âdetlerini beraberinde yaşatmalarını doğurmuştur. Bunlarla alâkalı binlerce misal vermek mümkündür. Ehemmiyet arz eden hususun, yeniden gözden geçirilerek asrımızın imkânlarıyla milletin hizmetine sunulmasıdır. Gerileme safhasında birçok hatalı yorumlar, zamanla asıl gibi kabullenilmiştir. Bunların tashihi üzerinde sosyolojik prensiplerle hareket edilerek hatalar izale edilmeldir.  Asrın getirdiği yeni imkânları bizim kıstaslarımıza uygulayarak; tekâmülümüze hız kazandırmalıyız. Bu noktada Batı’nın(Hıristiyan-Yahudi Medeniyeti) Modernite(Modernizm) postmodernizm, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri, serbest piyasa, globalleşme, çevre, çokkültürlülük, ferdî hürriyetler, terörizm gibi kendi dışındaki milletlere, geri kalmış ülkelere, isteyerek veya istemeyerek zorla ihraç ettiği fikirlerin bizim sahih geleneğimize yansımaları nasıl olmalıdır? Bu fikirleri Muhafazakâr Değişim açısından nasıl tahlil ve tetkik ederek intibakını sağlayacağız? Yahudi-Hıristiyan Medeniyeti’nden ithal fikirleri tamamen red mi yoksa istisnasız kabul mü edeceğiz? Böyle fikirlerin kendi tarihî, irfanî, kültürel, gelenek, dil ve inancımzın imbiğinden süzmeden mi kabul edeceğiz? Muhafazakâr Demokrasi adına bizi biz yapan değerleri kutsilik kisvesi altında batıya iltimas mı geçeceğiz? Müsamaha adı altında İslâm’ın âmir hükmüne halel getirmek uğruna İbrahimi Dinler ve diğer dalâlet ve sapık mezhepleri muktedir olanlarca teşvik edilerek, “ Reform” çabalarına destek mi verilecek? Batı’nın yapamadığını, asrî Müslümanlığı kabule zorlayanlara imkân mı verilecek? Daha özele  irca edersek, şimdiye kadar ki yabancılaşmayı ya da yabancılaştırma macerasını, tepeden inerek milletimizin mukaddesatını yok sayma siyasetine karşılık Müslüman-Türk milletinin Muhafaza hissiyatına bend mi olacağız? Bu sualleri uzatmak mümkündür. Hülâsa, şunu demek istiyoruz: Muhafazakâr Değişim’i, Muhafazakâr Demokrasi’ye harcatmayalım. Dünyanın ve İslâm coğrafyasınınTürk gibi düşünen ve bunu mazisinde ispatlamış bir telâkkîye ihtiyaç vardır (25.01.2004).