Doğu Türkistan, kan ağlıyor! Bakanı yok… Filistin Müslümanlarının çektiği zulüm, bizim de derdimiz. Hem de asıl meselelerimizin başında gelir. Kudüs, ilk kıblegâhımız… Vazgeçilmezimiz yani… Orayı müdafaa eden Filistinliler bizim kardeşlerimiz. Bütün Müslümanların olduğu gibi bizimde için de asıl. Ancak ne hikmetse Doğu Türkistan bir türlü gündemimize oturmadı… Oturtulmadı… Burada Müslüman Türkler zulme uğruyor. Hem de en ağır şekilde… Neden Doğu Türkistan Türklüğünü görmezden geliyoruz? Orayı neden ABD’nin taciz alanına bırakıyoruz? Bunu fırsat bilen içimizdeki Kızıl Maocu’lara neden istismar etmesine mahal veriyoruz? Onların, orada huzur ve refahın olduğunu dillendirilmesine niçin zemin hazırlıyoruz? Mazluma kol kanat gereceğimize politik çıkarlar bahanesiyle, zulme ses çık(a)ramıyoruz. Esas itibariyle beş bin yıldır bizim en büyük düşmanımız, Çin Devlet Zulmü’dür. Acaba burada zulme maruz bırakılanlar Türk oldukları için mi görmezden geliniyor diye de aklımıza gelmiyor değil. *** Pekin Yönetimi’nin açıklamalarına bakarsanız dinî azınlıkların hakları kanunlarla korunuyor! Bunu, aydınlıkçılar da savunuyor ısrarla. Neden bir türlü anlayamıyoruz Çin’in göstermelik kanunlarının maksadını? Kızıl Rejimin bahsettiği haklar ne mesela? Örneğin, namaz kılma hakkı mı? Doğu Türkistan bölgesinde camilerin girişlerine asılan tabelalarda Komünist Parti mensuplarının, devlet memurlarının, işçilerin, emeklilerin, öğrencilerin, kadınların ve çocukların camiye giremeyecekleri yazılı. O halde kimin namaz kılma hakkı? Hemen akla şu gelebilir: Namaz evde de kılınabilir. İyi, ama, Çin yönetiminin ‘her Müslüman aileye bir kardeş aile’ uygulaması var. Bu da ayrı bir tehlike. Kızıl Çin yönetiminin tatbikatı şöyle: Ayda en az üç gün Müslüman bir ailenin evinde kalarak o evde günlük –ve tabi ki gecelik!- hayatın nasıl olduğuna şahitlik edilecek. Komünist Parti kıstaslarına  aykırı hallerin olup olmadığını öğrenmekle, “aşırılığa” dair emarelerin bulunup bulunmadığını tesbit etmekle görevli olan Çinli gayrimüslim “kardeş aile”ler, devlete düzenli rapor sunması, hangi hakka sığar? Meselâ, Evde namaz mı kılınmış? Veya evin hanımı yahut kızı, “kardeş aile”nin erkeğinin karşısına başörtüsüyle mi çıkmış… Ya da karıştırılan bir çekmecede İslami bir kitap mı bulunmuş… Ya da kazara tespih mi unutulmuş masada… Hepsi hemen rapor ediliyor. Sonra mı? ‘Rehabilitasyon’! Babası,-oğul…Anne-kız…Yani maaile…, “Eğitim Yoluyla Dönüştürme Merkezi”ne! Yani Belene Kampına… İçimizdeki Kızıl Komünist Maocu’ların bahsettiği eğitim de bu olsa gerek. *** Diktatörlük mü? Alsana Kızıl Çin Dikdatörlüğü… Sokaklarda, iş yerlerinde, devlet dairelerinde de yakın takibe alınan Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler. Dağu Türkistan Türkleri azınlık değil; bilakis Çin’in aslı vatandaşları… Yani onlara verilecek haklar lütuf değil, en tabii beşeri haklar… *** Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) de bir rapor yayımladı. UAÖ’nün raporuna göre bu kamplarda keyfî olarak gözaltında tutulanların sayısı bir milyona yaklaştı. Özellikle belirtmekte fayda var. Raporda Müslüman azınlık ibaresiyle kastedilen Uygur Türkleri başta olmak üzere, Kazak Türkleri, Kırgız Türkleri ve diğer Müslüman halklarıdır.Burada şu hususu kimse dillendirmesin: Bunun arkasında ABD var! Bu, hakikati örtemez. Ayrıca Çin ‘de buna teşne olmasın! *** UAÖ Doğu Asya Yöneticisi Nicholas Bequelin’in konuyla alakalı açıklaması çok çarpıcı. Şöyle diyor Nicholas Bequelin: “Çin hükümetinin etnik azınlıkları hedef alan kirli politikalarını sürdürmesine izin verilmemeli. Dünyanın her yerinden hükümetler, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan kabus nedeniyle Çin’e hesap sormalıdır. Aileler yeterince acı çekti. Yüz binlerce aile, şiddetli baskılar nedeniyle parçalandı. Sevdiklerinin başına ne geldiğini bilememenin çaresizliğini yaşıyorlar. Çin yetkilileri artık bu ailelere cevap vermeli.” *** Uluslararası Af Örgütü (UAÖ)’nün  “ÇİN: Neredeler? Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki toplu gözaltılar hakkında cevap verme zamanı” başlıklı raporundan kesitler: 1. Aşırılıkla Mücadele Düzenlemesi’nin kabul edildiği Mart 2017’den bu yana, Sincan bölgesinde kamplara kapatılan ve çoğunluğu Müslüman olan etnik grupların  sayısı hızla artıyor. Düzenlemeye göre ‘normal’ olmayan sakal bırakmak, peçe veya başörtüsü takmak, namaz kılmak, oruç tutmak, alkol almamak ya da İslam veya Uygur kültürüyle ilgili kitaplar veya yazılar bulundurmak da dahil olmak üzere, dini veya kültürel aidiyetin açık veya hatta özel alanda sergilenmesi ‘aşırılık’ olarak değerlendiriliyor. 2. Yetkililer kampları ‘eğitim yoluyla dönüştürme’ merkezleri olarak adlandırsa da, birçok kişi bu merkezlere ‘siyasi eğitim kampları’ diyor. Gözaltı merkezlerine gönderilen kişiler yargılanmıyor ve bu kişilerin avukatlara erişimleri veya haklarında verilen karara itiraz hakları bulunmuyor. İnsanlar aylar boyunca gözaltında tutulabiliyor çünkü bir kişinin ne zaman ‘dönüştüğüne’ yalnızca yetkililer karar verebiliyor. 3. (O kampların birinde dört ay tutulan) Kairat Samarkan… ilk gözaltına alındığında başına bir başlık geçirildiğini, kollarına ve bacaklarına kelepçe takıldığını ve 12 saat boyunca sabit bir pozisyonda durmaya zorlandığını söyledi… siyasi marşlar söylemeye ve Çin Komünist Partisi’nin söylevleri hakkında çalışmaya zorlandıklarını aktardı.. Buna göre, kampta kalanlar birbirleriyle konuşamıyorlar, yemeklerden önce ‘Çok Yaşa Şi Cinping’ diye bağırmaya zorlanıyorlardı. 4.Direnenler ya da yeterince ilerleme gösteremeyenlerin, sözlü istismardan yiyecekten mahrum bırakılmaya, tek başına hücre hapsine, dövülmeye, fiziksel olarak kısıtlanmaya ve zorlu pozisyonlarda durmaya zorlanmaya kadar çeşitli yöntemlerle cezalandırıldığı belirtiliyor. Gözaltı merkezlerinde kötü muameleye dayanamayanların intiharları da dahil olmak üzere, insanların öldüğüne ilişkin bilgiler de mevcut. *** Sayın Cumhurbaşkanımız, bu meseleyi ABD ve içimizdeki Kızılların eline bırakmadan dünyanın gündemine almalıdır. Çünkü bu meseleye neşter vuracak başka kimse de yok. Vesselam.