Daha önceki yazılarda bir nevi ego-data bankımız olan otomatbilinçaltımızın daha 29.günde anne karnında nasıl inşa olmaya başladığını serdetmişdik. Annenin hamilelikte yaşadığı her duygu-düşünce-davranışla bunun nasıl şekillendiğini de unutmayalım. Daha sonra çocuk, doğumundan ergenliğe kadar sabi olduğundan hepimizin özlem duyduğu “o cennet yaşamı” na hep geri dönmek ister, nedendir bu ?, beyin otomat-bilinçaltının emrine henüz girmemiş külli-aklın(Sonsuz Kudretin her an kevn(oluş)-fesad(bozuluş) ile dinamik tecellilerinin)tasallutu altındadır da ondan. Ergenlikte meydana gelen hormonal-tsunaminin ve kimlik krizinin, fırtınası altında bu varoluş sancısını ilk kez duyan kişide artık sürekli bir arayış başlar(Hz.İbrahim’in Rabbini ararken varlıkla mükalemesini anlatan ayetleri düşünün, sonrası malum…).  Zaten sadece insanda varolan meta-kognisyon genlerinin görevi Allahualem bu sancının hissedilip insanı kemalata doğru yolculuğa davet edilmesidir… İşte bu varoluş sancısının anlamını çözebilen yola revan olur zaten…”Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır” kelam-ı kibarı emeğin, çabanın bu yolda gösterilen say u gayretin çok önemli olduğunu hatırlatır bizlere… Hakikat Üstadı Bediüzzaman’ın “Mana-ı harf” den kasdı ne idi? Önümüze gelen her hadisenin manasının bir harf hükmünde olduğunu düşünüp o anlık, günlük, aylık ve bir ömürlük hayatın anlamını; zihnimizde cümlelere, sayfalara, kitaplara dönüştürebilmek değil mi? Zaten “İkra” emrinin “icma=topla=bütünle” olduğunu hatırlarsak arayış içinde varlık sancısı çeken insanın ancak hayatı “doğru okuma”yla sancısını dindirebileceğini, aksi takdirde nefsinin şerri’nin ona kurduğu zihinsel-duygusal kurguyla şekillenen beyindeki (bilinç kafesi)nden dolayı asla bu sancıyı dindiremeyeceğini farkederiz(DEVAM EDECEK)