Üreten beyinlerin karşılaştıkları 'Akabe yokuşu/zor geçit'inden bahsediyorduk. Bizatihi üretme eyleminin beyindeki nöral network açısından bir dizi zihinsel işlem basamaklarını içerir.  Öncelikle niyet-> Hayal etmek -> tasarım -> plan, proje -> çizimlerle kağıda dökmek -> danışmak -> bir nevi “zihinsel fizibilite” de denilebilecek bu “zihinsel işlemler bütünü” zahirde görünmeyenlerin tamamına dikkat edecek olursak hepsi Frontal lobun fonksiyonlarını oluşturmaktadır. İnsanların ekseriyeti, görünen (zahir) ve hemen karşılığı alınan (haz+hız) eylemlerle meşguldürler. Bu eylemler ise ciddi enerji gerektirmeyen ve frontal lob mesaisine ihtiyaç duymayan otomat fonksiyonlardır. Oysa “akabe yokuşu”ndan çıkmak ciddi enerjiye ihtiyaç gerektirdiği gibi ayrıca zaman alır, sonuçları anında değil,uzun vadede elde edilir (hatta galaktik zaman birimine göre sadece 8.6 sn olan dünya yaşamında elde edilemeyebilir). Örneğin öğrencileri için çok fedakarlıklar yapan onların her birine özel yaklaşımlar sergileyip gönül ve zihin dünyalarını büyütüp besleyen bir öğretmen düşünün. Yıllar yılı bir dikilen fidanın sulanması, çapalanması, gübrelenmesi, budanması nasıl ciddi ihtimam gerektiriyorsa hele insan yavrusunun ahlakının ve beyninin gelişmesi çok daha ciddi ihtimam ister. Böyle fedakar bir öğretmenin yıllar sonra talebelerini hakim, doktor, mühendis ,yazar, iş adamı vb meslek sahibi olarak gördüğünde neler yaşadığını/hissettiğini kelimelere dökemeyiz öyle değil mi? İşte bu fedakar öğretmenimiz “Akabe yokuşu/zor geçit” ten geçmiş, bedeli ödemiş ve hayatının ilerleyen dönemlerinde mutlu/huzurlu olmayı hak etmiştir. Ve dolayısıyla immün sistemi güçlü olan bu fedakar öğretmen yaş aldıkça, biolojik bedeni yıpransa da güçlü bağışıklık sistemi sayesinde (huzurlu ve vicdanı özgür insanlarda aynen böyledir) hastalıkları çok hızlı ve en az hasarla atlatır. Peki bu frontalini kullanan fedakar öğretmenle, aynı okulda eş-zamanlı çalışan ama zaman tüketen, eyyamcı, öğrencileriyle ilgilenmeyen ezberci metodla dersleri otomat/mekanik işleyen ve onların gönül dünyalarına, sosyal sorunlarına zaman ayırmayan öğretmenin ahvali karşılaştırıldığında nasıl olur? Tabiki beklendiği gibi immün-sistemi zayıf hemen hastalıklar karşısında çöken, sık sık hastalanan, hastalıklarını kolay atlatamayan,yaşamdan bir türlü huzur bulamayan ankisete ve sürekli “tükenmişlik hissi” yaşayan bir ruh hali sergiler. Peki herkes hak ettiğini bulmadı mı şimdi? Doğurgan/üreten beyin, azami düzeyde frontal fonksiyonlarının hakkını vererek kullandığı için hakkettiği huzura geç de olsa ulaşır. Ancak zamanı tüketen ve hovardaca harcayan, ANların kıymetlerini bilemeyen gafillerin son durakları ya huzurevleri (istisnalar kaideyi bozmaz) veya yalnızlığa mahkum olarak terk edilmektir. Evet küresel yaşlanmanın tüm dünyayı kasıp kavurduğu şu modern zamanların dijital çağında aileler paramparça olmaya başlamıştır. Bunun ilk alametleri; mutluluk klavuzunda yer alan ”onların yüzü hürmetine rızıklandırılırsınız” uyarısı yapılan yaşlılarımızın çekirdek aileden uzaklaştırılmasıdır. Çocuk ve dede/anneanne aradaki ana-baba köprüsünü inşa eder. Bir uzmanın ifadesiyle bir nesilin bozulması veya yeniden düzelmesi/doğmasıiçin yüz yıl geçmesi (üç nesil) gerekmektedir. Huzurevlerine aşina olanlarımız bilirler. Çoğunluğu kırkbeş-ellili yaşların üzerinde olduklarından bir çok kronik hastalıklara muzdaripdirler. Hem bedensel açıdan bağımlı sürekli desteğe ihtiyacı olan hem de daha çok ruhsal açıdan beslenmeleri gerekmekte. Lakin huzurevine terk edilen/yalnızlaşan veya tek başına kalmış bu yaşlılar gençliklerini Nerede? Nasıl? Ne şekilde? Kiminle? Ne yaparak? Geçirmişlerdir? Ki son durakları huzurevleri veya terk edilmişliklere mahkum olmuşlardır. Mesleki olarak ve/veya bir insan olarak huzurevleriyle yıllarca teşviki mesaide bulunmuş birisi olarak gözlemlediğim çok ilginç hayat hikayeleri olmakla beraber size tüketen ve üreten beyinlerin vardıkları nihai yaşam tarzı ve ahvalleri hakkında birkaç örnek vermek istiyorum müsaade ederseniz... (devam edecek)