Genel anlamda bütün dinlerin amacı, insanların dünya ve ahiret saadetini temin etmektir. Özellikle bu husus ilahi (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) dinlerin amacıdır. Müslümanlık ise en son ve en mükemmel, kural ve kurumları ile insanlığın iki cihanda mutluluğunu hedefleyen gerçek dindir.
Çünkü; İslam dini, fıtrat dinidir. İnsan tabiatına ve yaşayışına uygun kuralları ihtiva etmektedir. Bir hadisi şerifte, her çocuk İslam fıtratı, yaratılışı üzere doğar. Onun ebeveyni, ana-babası içinde doğduğu toplum ne din üzere ise çocuk o din üzere olur. Yani ebeveyni Yahudi ise çocuk Yahudi, Hıristiyan ise çocuk Hıristiyan olur, ana babası ateşperest ise çocuğunu da Mecûsî yapar, buyurulmuştur. Demek ki her doğan çocuk Müslüman olarak doğar. Onun sosyal şekillenmesi içinde bulunduğu cemiyete göre biçimlenir.
İslam, ahiret hayatıyla, dünya hayatı arasında dengeyi sağlayan bir dindir. Zira dünya, müslümanın, dünya ve ahirette yararını görmek, meyvelerini toplamak üzere eylemler sergilediği, hayatın her alanında hayırlı faaliyetleri ektiği, diktiği bir çiftliktir. Böyle bir tarım ve ekim, ancak kararlılık ve ciddiyetle dolu ümitli bir gönülle hayata yönelmek ve onunla ilgilenmekle olur.
Yüce Allah bu konuda “O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı..) (Hûd, 61) buyurmaktadır. Bu ayet göstermektedir ki, Allah bizi bu yerkürede yaratırken kolaylık dini olan İslam’ın prensipleriyle çelişmeden insanlığa hizmet edecek şekilde, onu imar ederek, uygarlık ve medeniyetle geliştirip düzene sokmamızı emretmiştir. En zor durum ve şartlarda bile onu imar edip geliştirmemizi en yüce gaye ve ibadetlerden saymıştır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v); bir Müslüman bir ağaç fidanını dikmek üzereyken kıyamet kopsa bile onu diksin, çünkü böyle hayırlı bir işi yerine getirmek onun için sadakadır. (el-Müsned, 2712)
İslam, iyileştirme, imar ve uygarlık faaliyetlerinde tüm insanlarla beraber çalışmaya; dinleri, kültürleri farklı da olsa, yüce davranışlar sunmada onlarla beraber olmaya, ahlaki derecelerin en yükseğiyle insanlarla iletişim kurmaya ve onlarla iç içe bulunmaya çağırırken insanlardan soyutlanmanın, inzivaya çekilmenin, toplumdan uzak kalmanın, davetçilerin ve iyilik elçilerinin yöntemi olmadığına dikkat çeker. Bundan dolayı peygamber (s.a.v) insanlarla iç içe olan, onların sebep olduğu sıkıntılara sabreden kişinin, insanları terk eden ve uzaklaşan kişiden daha hayırlı olduğunu söylemiştir. (İbnMace, 4032)
Kur’an’dan peygambere inen ilk emrin “oku” olması bir rastlantı değildir. Bundan dolayı İslam’ın insanlık için yararlı olan bütün bilimleri teşvik ettiği ve hatta müslümanın ilim ve bilgi talebi için girdiği yolun kendisini cennete götürecek bir yol olduğu İslam düşüncesinde vurgulanmıştır. Nitekim Peygamber (s.a.v) “Kim ilim sahibi olmak arzusuyla bir yola girerse Allah da onun cennete giden yolunu kolaylaştırır. (İbn Hibban, 84)
Dolayısıyla diğer dinlerde olduğu gibi İslam, dinle ilim arasında bir savaşı tanımamıştır. Bunun tam aksine, insanlığın yararına olduğu sürece ilme destek veren, onu hem öğrenmeye hem de öğretmeye davet ederken onun yolunu aydınlatan bir ışık olmuştur İslam dini.
Bundan dolayı Allah insanlara hayrı öğreten alimi yüceltmiş ve onu en yüksek derecelerle taçlandırmıştır. Peygamber de, insanları hayra çağıran öğretmene bütün yaratılmışların dua ettiğini söylemiştir. (Tirmizi. 2685)
İslâm dini, insanlığın tabiatına uygun bir hareket ve hayat kaynağıdır. Kuvvetini ezeli iradeden alır ve bununla beşerin tabiatını terbiye eder. Bağlarını harekete getirir. Bütün esasları hayat ile ilgilidir.
İslâm’ı seçkin bir yerde tutan “Evrensellik” özelliği onun hayat dini ve tabii olmasındandır. İslâm herkese hitap eder. O “uçsuz bucaksız umman”dan” herkes kendi kalbi kadar faydalanır. Şunu hiç hatırdan çıkarmayalım ki: İslâm hayatın hayatı, hem rûhu hem esası, onu ihya iledir, insanlığın ihyası.