Kıyameti anlatan Kuran ayetleri o günde kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, arkadaşlarından ve çocuklarından kaçacağını [Abese, 84/33-37] ve can derdine düşeceğini haber veriyor. Yine o günde, hamile kadınların çocuklarını düşüreceğini, sakalsız genç çocukların ak saçlı ihtiyarlar haline geleceğini, emzikli annelerin yavrularını unutacağını anlatıyor. [Hac, 22/2]
Deprem felaketlerinin televizyona yansıyan görüntüleri insana doğrudan Kuran'ın tasvir ettiği kıyametin bu dehşet sahnelerini çağrıştırıyor. İnsanoğlu böyle zamanlarda en çok kendi başının derdine düşüyor. Çünkü insanın en çok sevdiği yine kendisidir. Ardından çocukları, akrabaları, yakınları ve malı geliyor. Canını kurtaran önce mutlu olmuşsa da bu mutluluğunu yakınlarının varlığıyla paylaşmak istiyor.
Bu âlemde meydana gelen tabîî olayların tâbi olduğu bir tabiat kanunu var.
Bu kanun ilahî menşe'lidir ve Hakk'ın ilim ve iradesine bağlıdır.
Bir mümin inancına göre bu âlemdeki her olay ilm-i ilahinin ihatası ve irade-i sultaninin kuşatması altındadır.
Çünkü Kuran: "O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi bile bilir." [En'am, 6/59] buyurmaktadır.
Âlemin yüce Yaratıcısı'nı varlığı yarattıktan sonra hiçbir şey karışmayan ve ilgilenmeyen bir konuma indirgemek islâmî inançla bağdaşır gibi değildir. Her nedense bir kısım insanlar ve bazı aydınlar konuyu böyle algılamakta ısrar ediyorlar. Depremle Allah'ın bir ilişkisinin bulunmadığını bunun bir doğa olayı olduğunu iddia ve ispata çalışıyorlar. Oysa varlık ile yokluğu, darlık ile bolluğu, safa ile cefayı imtihan perspektifinden değerlendiren Kuranî anlayış, bunun ilahî irade ile olduğunu haber veriyor. Ardından bu tür tabi afetlerde bizlere sığınak olarak sabrı tavsiye ediyor. Ya da bir başka ifade ile sabır ve dua, Allah'dan yardım dilemenin Kuranî şeklidir. [Bakara, 2/155]
Aslına bakılırsa insanın felaket zamanlarında yapabileceği şeyler de sabır, teslimiyet ve duadan ibarettir. Dövünmek, debelenmek ve kadere baş kaldırıp başını taştan taşa vurmak mümin vicdanının izin vereceği bir davranış değildir. Allah, ahiret ve kader inancı, insan için böyle zamanlarda adeta en güvenli limandır. İnsan dua ile Allah'a daha yakındır. Kendisine dua ile iltica edilmesini isteyen de O'dur. Ayrıca insanoğlu sığınma ihtiyacında bir varlıktır. Fıtri olan sığınma duygusu Hakk'a sığınma ile kemaline ulaşır ve insanda huzur hali meydana getirir. Olağanüstü olaylardan ürkmesine mani olur. Çünkü Hakk kulunun dostudur.
Ahiret inancı, insana sınırlı dünya hayatı düşüncesini aşarak ebediyete kanat açmasını sağlayacak bir motivasyon kazandırır, ölümün soğuk yüzünü bile kabul edilebilir bir sıcaklığa indirger. Mukadder olanın insana ulaşacağı şeklindeki kader inancı da insana aczini ve kâdir-i mutlak önündeki hiçliğini hatırlatır. İnsanın kendini müstağni gördüğünde azıvereceği ve bu azgınlıkla tabii, beşeri ve ilahî kanunlara diklenmeyi doğuracak bir tuğyana düşeceği Kuran lisanıyla haber verilmektedir. Dolayısıyla insanın insan olduğunu kavramasına yardımcı olacak uyarıya ihtiyacı vardır. Deprem bu açıdan önemli bir vaiz ve nasihatçıdır. [Altınoluk Dergisi, Ekim, Sayı: 164, Sayfa: 005]
İnsanlar, toplumsal varlıklardır. Tek başlarına yaşamaları düşünülemez. Karşılıklı haklar da çoğu zaman buradan kaynaklanmaktadır. Kişisel olsun, beşeri olsun, insan her zaman bir felaketle karşılaşabilir. Bunlar; doğal afetler (yel, sel, zelzele, heyelan vs.) olabilir. Bu bakımdan, felaketlerin yokluk, sıkıntı, hastalık, kaza ve belaların insanın sınavı olduğu, yani bela ve musibetlerle müminlerin sabır ve teslimiyetlerinin ölçülmesine sebep olduklarıdır ki, yüce yaratan Allah Bakara Suresi 155. ve 156. ayetlerinde, “Andolsun ki, biz sizi bu dünya hayatında, biraz korku, biraz açlık ve mallarınızı, canlarınızı alarak, onları eksilterek imtihan ederiz.” (Ya Muhammed SAV) Musibetler karşısında sabredenleri müjdele. Müminler bir felakete uğradıklarında “innalillah ve innaileyhi racrün” yani “senden geldik ve yine sana döneceğiz” derler.
Meselenin ikinci yönü ise, başımıza gelebilecek maddi ve manevi felaketleri hesap ederek tedbirlerini almak, fert ve toplum olarak üzerimize farzdır. Çünkü, dinimizde en kutsal varlık, insanın canıdır. Hiçbir bedel insanın canına karşılık olamaz. Şunu asla unutmayalım; kader ve ecel insanların ihmal ve sorumluluklarını asla ortadan kaldırmaz. Sevgili peygamberimiz “yaptığınız işlerin en güzelini ve en mükemmelini yapınız” buyuruyor.
Hz. Ömer, Şam’a gireceği zaman; şehirde kolere hastalığının olduğunu öğrenir. Şehre girmekten vazgeçer. Kendisine “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun” diyenlere, “Evet, Allah’ın bir kaderinden kaçıp öbür kaderine sığınıyorum” dahiyane cevabını verir.
Yaşadığımız deprem büyük bir imtihandır. İnşallah bu da atlatılacaktır. Bu afette can veren deprem şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar dilerken, yüce ulusumuza başsağlığı diliyorum. Allah bir daha böyle felaketlerle bizleri imtihan etmesin.