Son dönem usta hikayecilerimizden, mütefekkir sayın Mustafa Kutlu, köşesinde tefekkür ile alakalı kıymetli bir akademisyenin fikirlerini aktarmıştı. Bizim de değerli bulduğumuz bu fikirlerinden bazılarını nakletmek istiyorum. - Düşünme ne demektir? Sorunuz ister istemez insanı Heideggerci bir pozisyon almaya çağırıyor: Düşünme hakkında düşünmeye. - Düşünme varlık önünde ve huzurunda ibadettir; düşünme şükür ve duadır. Apaçık olmasına rağmen bu ifadeyi anlamak zordur. - Düşünme dehşet hissiyle başlar. İnsan dehşete düştüğünde Tanrı’yı düşünür, Tanrı hakkında düşünür. - Heidegger’le ilerlemeye çalışalım: “Düşünme, tam da insan düşünmenin önünde en büyük engelin ‘akıl’ olduğunu keşfettiği yer ve zamanda başlar”. Bu, Batı düşünme geleneğinin ana akıntısına, yani rasyonalist geleneğe güçlü bir meydan okumadır. Geleneğe bakılmaksızın, düşünürün gelenekle ilişkisine bakılmaksızın, düşünmenin yerini belirlemek imkânsızdır. - Aslında düşünen “düşünür” değil “dil”dir. Düşünme akla ve biyolojik süreçlere indirgenemez; çünkü dil indirgenemezdir. Dil geleneklerin geleneğidir. Bir düşünme dili olarak kendi geleneğimizle ve Batı geleneğiyle ilişkimizi tespit etmeden düşünmenin neresindeyiz sorusuna cevap veremeyiz. - Modern insan düşünmez. Modern insan düşünmez “bilir”. Heidegger malumunuz bunu bilim adamları için söylemiştir: “Bilim düşünmez, bilir.” Çünkü bilmek düşünmek değildir. Haberleşme çağındayız, düşünme çağında değil. Çağımıza karakterini armağan eden hâkim çizgi “bilmek”, “düşünmek” değil. Bunu anlamak için “Bilgisayar” terimini düşünmek yeterli. Bilgisayar ve bilgisayar teknolojisi düşünmenin önündeki en büyük engele dönüşmüştür. Bilgisayar teknolojisi Batı rasyonalist geleneğinin zirvesidir. İnsanlık bilgisayar sistemleri çökerse düşünmeye başlayacak. - Modern insan bilgisayara tapar. Bilgisayar modern fetişizmdir. Aydınlanmanın “akıl”ı bilgisayarda tecessüm etmiştir. Modern insan Tanrı’nın, Varlık’ın, Doğa’nın huzurunda değildir; bilgisayar ve teknolojinin huzurundadır. Teknoloji karşısında huşu ile eğilir ve ona secde eder. Dijital teknoloji insana sağırdır. Orada diyalog ve söyleşi imkânsızdır. - Entelektüel buhranımız bir fikirler okyanusunda kılavuzsuz kalmaktır. Bu buhranı yalnızca Batılı egemen entelektüel ideolojilere sadakatle bağlandığımız zaman aşabiliyoruz. Türkiye’de “düşünür” Batılı egemen entelektüel ideolojilere bağlılıkla eşitleniyor. Benim için ise “entelektüel olmak put kırıcılığına talip olmaktır”. Düşünme bir put kırma eylemidir. Egemen ortodoksinin putlarını kırmaktır. Bu peygamberlerin izinden gitmektir. Bizim geleneğimizde düşünmek sünnettir. Modern uygarlığın putlarını kırmaya, modern Batı’nın ürettiği putları kırmaya talip olmalıyız. Bunun için Batı dediğimiz entiteyi ve onun düşünme geleneklerini iyi bilmemiz gerekir. Hepimiz içinde yer aldığımız süreçte, Batı düşünme geleneklerinin ve Batılı büyük üstadların çömezleriyiz. Sanki kaderimiz sadece öğrenci kalmak. - Akademisyenler Batılı düşünme biçimlerinin Türkiye’deki misyonerleri. Akademisyenler olarak onlarla ilgili her şeyi öğretiyoruz; kendimiz hakkında hiçbir şeyi. Ürettiğimiz kitaplarda, fikirlerde başka her şey var; bir tek kendimiz, kendi toplumumuz ve kendi geleneklerimiz yok. - Yegane sermayemiz ve hareket noktamız kendi kontekstimiz, mevziimiz, geçmişimiz ve gelecek tahayyüllerimizdir. Kendi problemlerimizden, kendi düşünme dillerimizden yola çıkarak bir yere varabiliriz. Bir şey etikse anlamlıdır, değilse saçmadır. Ve insan yalnız etik olduğunda düşünüyor olabilir. Ve bize etik olma imtiyazını yalnızca dil bahşedebilir. Dil felsefeden önce vardır. Anti-batıcılık Batıcılık’tır. Batı’yı anlamayı denemeliyiz. Misyonumuz Batı’ya düşman olmak değil, onu anlamak olmalıdır. (Prof. Dr. Hüsamettin Aslan, “Epistemik Cemaat”, Melâmet dergisi, Temmuz-Ağustos 2015)