“Biz kuş yumurtaları, çiçekler, kelebekler, tavşanlar, inekler, koyunlar; biz tırtıllarız. Biz sarmaşık yaprakları ve şebboyların dallarıyız. Biz kadınız. Dalgadan yükseliyoruz. Biz ceylan ve dişi geyik, fil ve balina, zambak ve güller, şeftaliyiz, havayız, aleviz, istiridye ve inciyiz, kızız. Biz kadınız ve doğayız (Griffin, 2000: 76)”.
Kadınlar, anne ve yaşamın besleyicileri olarak birincil role sahiptir.
Üstelik kadın vücudunun biyolojik özellikleri, hamilelik, doğum, emzirme gibi işlevleri onları doğayla yakınlaştırıyor. Ancak kadın ve doğa arasındaki doğrudan ilişki, kadınları çevresel felaketlerin kurbanı haline getirmektedir. Çünkü kadınlar doğadaki değişimin olumsuz etkilerine karşı erkeklere göre daha savunmasızdır. Bu nedenlerle kadınların doğa ile belirli ilişkileri vardır ve kadın doğanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Kadın ve doğanın yakınlığı, kadınlara onları doğayı korumaya teşvik edecek farklı bir duygu ve bilgi verir.
Kadınlar dünyadaki birincil gıda üreticisi ve sürdürülebilir toprak bütünlüğünün koruyucusudur. O nedenle dünyanın pek çok toplumunda olduğu gibi Türkiye'de de kadınların doğa ile yakın ilişkileri vardır. Türkiye’de çiftçilik veya tarımsal faaliyetlerde kadınlar doğa ile iç içe geçmiştir. Çünkü tarımda çiftçilerin çoğunluğu kadındır. Kadınların tohum saklama veya şifalı bitkilerden şifalı karışımlar hazırlamak gibi kültürel rolleri de vardır. Kadınların toprak ve tarım konusundaki bilgileri değerlidir. Ayrıca kadınlar çiftlik hayvanlarının bakımından da sorumludurlar.
Kadınlar, evsel gıda ve su tüketiminin denetleyicisidirler. Köylerin çoğunda kadınlar çeşmelerden su taşırlar ve diğer aile bireylerine göre birçok alanda su kullanırlar. Yani kadınlar, suyun ve toprağın değerini biliyorlar, çünkü doğaya bağımlılığımızı biliyorlar. Dahası, doğa hakkındaki bilgileri, genleri aracılığıyla nesilden nesile aktarılır. Ataerkil bir toplum olarak Türkiye'de pek çok sosyal, ekonomik ve evsel görev, kadınların bir özelliği veya doğuştan gelen bir parçası olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla doğa ile ilgili görevlerin çoğu kadının sorumluluğundadır.
Türkiye'deki çevre hareketlerini toplumsal cinsiyet açısından analiz etmek önemlidir çünkü kadınların çevrenin korunmasında, özellikle yerel çevre hareketlerindeki liderliği dikkat çekmektedir. Kadınlar çevresel bozulma konusundaki endişelerini dile getirirken kadın-doğa ilişkilerine vurgu yapıyorlar.
Kadınların çevre hareketine dahil olma motivasyonları ve katılımı kırsal ve kentsel alanlarda farklıdır. Kentsel alanlarda, kadınlar ailenin gıda sağlayıcısı ve bakıcısıdır. Kentsel kadınlar, “yaşam tarzlarına” müdahaleyi önlemek için çevre sorunları için mücadele ediyor. Kırsal kesimde ise doğada yaşadıkları için “yaşam alanlarını” korumaya çalışıyorlar. Bu durum onları çevresel bozulma konusunda daha fazla bilinçlendirir çünkü bu bozulmaların yaşam alanlarına olan etkilerini bilirler. Çevrenin korunmasında kadınların mücadelesi, erkeklerin direnişinden biraz farklıdır. Ataerkil toplumda kadınlar sosyal, ekonomik ve politik alanlardan dışlandıklarından çevre sorunları için verdikleri mücadele önemlidir. Çevre mücadelelerinde kadınlar kentsel alanlarda örgütlenmek için sosyal medya hesaplarını ve blogları kullanmayı tercih ederken, kırsal alanlardakiler yerel çevre girişimleri, forumlar ve dernekler aracılığıyla bir araya geliyorlar. Taktik olarak, kentsel kesimdekiler kampanyalar ve protestolarla farkındalık yaratmaya çalışırken, kırsal kesimdekiler buldozerlerin önünde nöbet tutuyorlar, oturuyorlar, yol kesiyorlar, direniş çadırları kuruyorlar.
Çevre hareketlerine katılımlar kırsalda daha spontane, kentsel alanlarda daha süreklidir. Kadınlar, hem toplumun refahı hem de dünyanın sürdürülebilirliği açısından çevresel bozulma konusunda erkeklerden daha fazla endişe duyuyorlar. Kadınların empati kapasitesi, onları kolektif eylem yoluyla doğayı koruma ve sürdürülebilirliğe ulaşmak için çevresel sosyal hareketlere katılmaya daha istekli kılmaktadır. Bu noktada kadın ve doğayı tek bir düşüncede buluşturan, feminizm ve ekoloji anlayışlarını harmanlayan “ekofeminizm” düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Ekofeminist felsefe, ortak özellikleri nedeniyle kadınları ve Toprak Ana'yı birbirine benzetir. Bu felsefeye göre tüm doğa bir anne gibidir, toprak kadın yapısındadır ve tarım karakter olarak anaerkildir.
Ancak erkek, bereketli dünyanın efendisi olduğu için kendini kadının efendisi olarak görülüyor çünkü politik güç erkeğin elindedir. Dolayısıyla, kadının büyülü doğurganlığı da toprağın doğurganlığı gibi sömürülüyor. Tarım, sömürünün en temel biçimlerinden biridir ve sembolik ve geleneksel olarak kadının sömürülmesinden ayrılamaz. Tohum, gıda üretiminde ilk adım ve tarımın başlangıcıdır. Kadın tarihsel ve geleneksel olarak tohum toplayıcı olmuştur.
Gıda üretimi için tohumları saklıyor ve depoluyor, ayrıca bazı bitki tohumlarının yok olmasını önlemek için biyolojik çeşitlilik sağlıyor. Her ne kadar erkek, genetiği değiştirilmiş tohumlar ve kimyasallar yoluyla kadının tohum bilgisini değersizleştirmeye çalışsa da, tohumlar ve tohum bilgisi, kadın tarafından sonraki nesillere aktarılmaya devam etmektedir. Ekofeminist yaklaşım ayrıca, kadınların ve doğanın militarizm, savaş, silahlanma, sanayileşme ve kapitalizm gibi erkeklerin yıkıcı eylemlerine maruz kaldığını savunuyor. Bu nedenle ekofeminizm, doğanın ve kadınların beslenme ve üreme gibi ortak değerlerini vurgulayarak, doğanın erkek egemenliğinden kurtulmasını amaçlamaktadır.
Son yıllarda Türkiye'de çevre hareketlerinde kadının görünürlüğü giderek artmaktadır. Hareketlerdeki duruşları ve söylemleri, hem kendilerinin hem de doğanın her türlü tahakkümden uzak varoluşu açısından önemlidir. İster buldozerlerin önünde oturup ağaçları kesmeyi bıraktırsınlar, ister bloglarda doğal çevre ile ilgili bir makale paylaşsınlar, Türkiye'de çevresel bozulma konusunda farkındalık yaratmaya çalışıyor kadınlar. Bazıları kendilerini feminist ya da ekofeminist olarak tanımlarken, diğerleri sadece içinde yaşadığımız dünyayı korumak isteyen kadın oldukları için çevre hareketlerine katılıyor.
Türkiye'de çevre konularında kadınların sesini duyurabilecekleri alanlar zaman zaman sınırlansa, yasaklansa da, kadınlar bıkmadan usanmadan direnerek, mücadele ederek, gerektiğinde bedel ödeyerek, mücadele alanlarını diri tutmakta, yaşatmakta, yeni mücadele alanları yaratmakta, tüm Türkiye’ye yaymaktadır.
Aydın’da kadınların vermiş olduğu çevre mücadelesi son on yıllık süreç içinde ivme kazanmıştır. Bu mücadeleye kırsal ve kentli kadınlar hep beraber katılmış büyütmüş olsa da, Aydın’da çevre mücadelesinin görünür olması, tüm Türkiye’ye mal olması kırsal alandaki kadınların çabası ile olmuştur. Bu süreçte Kisir köyü, Yılmazköy, İmamköy, Tekin köyü, Çamköy, Kızılcaköy, Pamukören Değirmendere köyü, Beyköy ve Kuyucular köyleri, Musluca ve Terziler köyleri, Caferli köyü kadınlarının çabası ve özverisi çok büyüktür. Kadınlar çevre mücadelesi sırasında yeri gelmiş coplanmış, yeri gelmiş biber gazı yemiş, dayak yemiş, hastanelik edilmiş, yeri gelmiş bu uğurda canlarını vermiştir. Aydın’da çevre mücadelesi veren kadınlar Kızılcaköylü Hatice Barlas ve Sabiha Balcı’yı bu uğurda şehit vermiştir. Ama asla vazgeçmemişlerdir. Aydın’da kadınların verdiği çevre mücadelesi doğayı koruma-yaşatma-sürdürme çabası dışında, açlığa, yoksulluğa, sömürüye, talana, ölüme, kadınların dışlanmışlığına ve sömürüsüne karşı da verilen mücadele olmuştur. O nedenle büyük, değerli, anlamlı ve ölümsüzdür.