Hürriyet vaadiyle veyahut da insan hakları ihlâlleri bahanesiyle işgal ettiği ülkeleri bir bir sömüren ABD, bu semirme canavarlığı ile kendi kuyusunu kazdığının farkında değildir. İnasan hak ve hürriyetleri arkasına sığınarak, vahşi kapitalizmi; bütün dünya üzerine hakim kılarak ve adına da “liberalizm” diyerek vahşiliğini örtmeye çalışmaktadır. Masum insanların kanları üzerinden kendi insanlarına hayat hakkı veren bu doktrinin Avrupa devletlerinin müstemleke anlayışından veya sömürme politikasından temel farkı şurasıdır: 19.yüzyıl emperyalist ülkeleri fakir halkların, üçüncü dünya ülkelerinin hammaddelerini kendi ülkelerini taşıyarak sömürüyorlardı. Afrika’nın, Asya’nın, Güney Asya’nın ve diğer müstemleke ülkelerinin yer altı ver yer üstü tabii kaynaklarını; hem de buraların sahiplerini köleleştirerek kendi insanlarının göbeklerinde yağ tabakaları oluşturuyorlardı. ABD ise yeni bir vahşi kapitalizmin semirtme telâkkîsiyle; “ hürriyet” bahşetme adına kargaşalıkları -güya- önleme politikasını tesis etmişti. “Pax Americana,19.ve 20. yüzyıl emperyalist modellerinin aksine, hâkimiyeti altına aldığı ülkelerde düzen değil de düzensizlik durumunun sürüp gitmesini öngörüyor gibidir. Kapitalist Batı, sömürgeleştirme faaliyetlerini, asrın icaplarina göre yapmaktadırlar. Gerektiğinde gaddar bir emperyalist tavrın mevcudiyeti; şartlara göre timsah gözyaşlarıyla mazlum milletlerin korumacılığını deruhte ederler. Ancak, maksat aynıdır: Sömürmek. Cemiyetlerin, tekâmülündeki safhalar da olduğu gibi, buna benzer sömürme şekilleri de gelişmekte; kendi tabirleriyle modernleşmektedir. İlim ve mârifetin bütün insanlığa teşmil olmasından dolayıdır ki, aynı zamanda da iletişim vasıtalarının en küçük topluluklara kadar gelmesi sebebiyle de Batının (ABD) “hümanist” emperyalizm felsefesi de günyüzüne çıkıveriyor. Halbuki vahşi kapitalizmin ana felsefesi aynı, değişen herhangi bir şey yok. Sadece, ismi farklıdır. Bir asır evvel Oryantalizmin müessir olduğu dünya siyasetinden, düşünce kuruluşlarının hâkim olduğu vahşi kapitalizmin sosyo-politik bir tekâmülü olan Globalizm yeni bir sömürge vasıtası haline dönüşmüştür. IMF, Dünya bankası, G-7’ler gibi milletlerüstü teşkilatlar, ABD’inin emirleri doğrultusunda geri kalmış ülkelere demokrasi, hürriyet, istikrar vs. getiriyorlar. Önce yıkıp, daha sonra tekrar kahramanlık! Gösterişiyle inşa etme siyaseti… Böylece, bu şekil istikrar! Götürülen ülkeler, itaata hazır vaziyette sömürülmeyi beklemektedir. Müstemlekeciliğin ana gayesi olan fakir halkları sömürme felsefesi, “medeni” Batı’nın tekâmülündeki stratejisi, Avrupa ile ABD’de farklılık arz eder. Avrupa kapitalizmi, kurbağanın kaynar sudaki teslimiyetine benzer. Yani, kurbağayı ürkütmemek esastır. Kurbağayı( sömürgeleştirecekleri ülkeleri-milletleri-halkları) altı ateşlenmiş soğuk su dolu kazana oturturlar. Kurbağa (sömürgeye maruz kalanlar) zamanla ısınan ve kaynamaya başlayan sudan rahatsız olmamaya başlar; neticede kaynar suda haşlanır; ama yerinden kıpırdamaz. Kıpırdayamaz. Üzerlerine ölü toprağı serpilmişcesine uyuşukluklarına  “kuzu kuzu” devam ederler. Avrupaî kapitalizmin politikası budur. Dolayısıyla Vahşi Kapitalist arzularına menfaat sağlayacak ülkelerin haklarına, hayat tarzlarını, sanatlarını, felsefi itikatlarını, yeme-içme vs gibi usullerini; yani iktisadî-sosyal-kültürel ideolojilerini şırınga ederek istila ederler. Yumuşak bir sömürme şekliyle mazlum milletlere yaklaşırlar. Onlara, kendi sistemlerini ilmî disiplinlerle dilini, âdetlerini, geleneklerini, göreneklerini, tarihî şahsiyetelere bağlılıklarını, dinin cemiyetteki hâkimiyet sahasını tespit ederek; güya, onları “medenileştirme” adına sömürür(dü)ler. Sistemli bir dönüştürme siyaseti takip ederler. Yani, ana prensip; köleleştirilecek ülkelerin insanlarını kendilerine “benzetme” politikasını yürütürler. Daha sonra da müstemleke ülkelerini terk ederek yerli işbirlikçiler vasıtasıyla yer üstü ve yer altı kaynaklarını tükettiler ve halende kılcal damarlarında kalan son kandamlasını da vampir gibi emmektedirler. ABD’nin sömürme politikası ise bundan tamamen farklıdır. ABD “pragmatik” düşünceyle hareket eder. Oradaki halkların hayat seviyesi, gelenek ve görenekleri gibi “oryantal” bir yaklaşım tarzına tevessül etmez. Sömürdüğü ülkelerin kendine özendirerek köleleştirme siyasetini gütmez. Nasıl bir yol izlenirse kendine menfaat temin edilir; bütün mesele bundan ibarettir. “Avrupa emperyalizmin ilk sömürgecilik çağının zorla iktisadî ”ilişki” sini kapitalist ilişkiye dönüştürülmesine eşlik eden veya bu ilişkiyi evrensel-siyasi, hukukî kültürel, ideolojik-değer ve kurumlarla benzeyerek empoze etmeye çalışan tutumuna karşılık, ABD kendi ”arka bahçeleri”nde ne böyle bir özendiriciliğe soyunmuş ne de o ülkelerin kendisiyle ekonomik-toplum-kültürel rezonansını güçlendirecek bir “düzen” oluşturmaya gayret etmişti. Orta ve Güney Amerika’yı kendi “arka bahçesi” olarak ilân eden 1821‘deki Monreo Doktrin’ den neredeyse günümüze kadar sayısız darbeler, iç savaşlar, ardarda gelen dikta yönetimleri ile çalkalanıp duran Orta ve Güney Amerika’da ABD kendi somut iktisadî çıkarına, sömürü kaynaklarına dokunulmadığu sürece kayıtsız kalmayı, çıkarı zedelendiğinde ise doğrudan zor kullanmayı veya yerli bir zorbalıklığı vasıtasıyla çıkarını güvence altına almayı yeğlemiştir. ABD, kendi isteği ile iktidarı ele geçiren ve bütün rakiplerini tasfiye edip veya sindirerek ”istikrarı” sağlanmış bir zorba yönetimin, bu gücünden cesaret alarak ABD’nin iktisadî çıkarlarından bir parça taviz talep etmeye yönelmesi halinde, o “istikrar”ı bozmakta da tereddüt etmez. Kısaca şununu demeye getiriyoruz: ABD’nin sömürme politikası için gerekli olan şartlar ne ise onu muktezi hale göre yerine getirmeden ibarettir. Köleleştirmesinin husule gelmesinde metod mühim değildir. Ehemmiyet arz eden hususun, maksada nasıl varılacaktır. Yani Makyavelist bir fikri yapısı mevcuttur:”Gayeye vuslat, vasıtaları meşru kılar “ prensibini hayata geçirmektir. Bunu da şimdiye kadar çok iyi yapmıştır. Bu tartışmalar ise sömürge siyasetinin muhtevasıdır. Ancak, şu da unutulmamalıdır ki; zulümle âbâd olunmaz; mutlaka zulümlerle hükmetmeye çalışanlar; eninde sonunda ve çok kısa bir zamanda yıkılırlar.