Türkiye’de işçi sendikalarının bütünsel çevre politikalarına sahip olduğunu öne sürmek mümkün değildir. Toplumsal çevre bilincinin ülkemizde yeterli düzeyde gelişmemiş olması ile etkin ve örgütlü bir çevre hareketinin var olmayışının yanı sıra, sendikaların içinde bulundukları koşullar, giderek artan sosyal hak kayıpları ve yüksek işsizlik oranları, Türkiye’de sendikaların çevre sorunlarına karşı mesafeli duruşlarının nedenleri arasında sayılabilir.
Türkiye’de sendikaların önemli bölümünün, üyelerinin sorunlarıyla sınırlı sendikal politikaların dışına çıkamaması ve yeni toplumsal hareketlerle ilişki kuramaması da sendikaların çevre sorunlarına ilgi göstermelerinin ve çevresel sorunlara yönelik etkin politikalar üretmelerinin önündeki engeller arasında yer almaktadır.
Çevre sorunlarının çözümüne yönelik adımlar atan, yayınlar yapan, çevresel örgütlenmelerde yer alan az sayıdaki sendikaya karşılık; çoğu sendika çevre sorunlarına tümüyle duyarsız kalmakta, hatta bazı koşullarda sorunları reddedebilmektedir. Özellikle örgütlü oldukları işyerlerinde ciddi çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalan çoğu sendika, iş ve çevre çelişkisi ile yüz yüze gelerek, üyelerinin işlerini korumak amacıyla işyerinden kaynaklanan çevre sorunlarını reddedebilmekte, işverenle işbirliği içinde çevrecilere karşıt bir tutum sergileyebilmektedir.
Türkiye’deki çevre hareketinin nicel ve nitel özellikleri göz önünde bulundurulduğunda çevre hareketiyle sendikal hareket arasındaki kopukluğun nedenleri daha iyi anlaşılabilir. Türkiye’deki çevre hareketi son derece heterojen bir yapıya sahip olmakla birlikte, genel olarak değerlendirildiğinde sınıfsal bir perspektiften yoksundur.
Sendikalar çevre sorunsalı ile siyaset ve ekonomi arasındaki bağı kurmakta yetersiz kaldığı gibi, geliştirilen çevre politikalarının yöre halkı ve işçi sınıfı üzerinde ortaya çıkaracağı sosyoekonomik etkilere de kayıtsız kalabilmektedir. Oysa etkin bir çevre politikasının uygulanabilir olmasının yolu istihdam, sağlık, eğitim, kentleşme politikaları gibi sosyal politikalarla bütünleşik bir biçimde planlanmasından ve uygulanmasından geçmektedir. Bu nedenle çevre hareketinin çok yönlü projeler üretebilmesi ve diğer sosyal gerekliliklerin gerçekleştirilebilmesi için de baskı grubu rolünü yerine getirmesi gerekmektedir. Gerek çevre hareketinin gerekse sendikal hareketin sözü edilen sınırlılıkları, Türkiye’de iki hareket arasında işbirliğinin yeterli düzeyde gerçekleştirilmesini engellemiştir.
Türkiye’de işçi sendikası konfederasyonlarının bütünsel ve istikrarlı bir çevre politikasına sahip olduklarını ileri sürmek mümkün değildir. TES-İŞ Sendikası; çevreye ve işçilerin sağlığına önem verdiklerini, ancak termik santrallerin kapatılmasının çözüm olmadığını, gerekli önlemlerin alınması amacıyla sürekli siyasi baskı mekanizmasını kullandıklarını ifade etmişlerdir. TÜRKİYE MADEN-İŞ; çevresel risklerden sürekli bahsediliyor ancak bu argümanların birçoğu bilinçsiz bir şekilde, konularının uzmanı olmayan örgüt ve kişiler tarafından öne sürüldüğünü, siyasete alet edildiğini, çevre öldü bitti-insanlar kanser olacak deniliyor ve madencilik faaliyetleri çok büyük sekteye uğratılıyor diye açıklamalarda bulunuyor. LASTİK-İŞ ve ÖZ TARIM-İŞ Sendikalarının ise çevreyle ilgili hiçbir faaliyette bulunmadıkları belirlenmiştir. ÖZ TARIM-İŞ, sendikaların çevreyle ilgili faaliyetler yürütmelerinin mümkün ve gerekli görmediklerini, çevreyle ilgili tüm sorumluluğun devlette olduğunu ifade etmişlerdir. TARIM-İŞ Sendikası, aynı işkolunda örgütlü olan ÖZ TARIM-İŞ Sendikası’na göre çevre sorunlarına daha duyarlı olsa da bu alanda yeterli düzeyde faaliyet göstermemektedir. BİRLEŞİK METAL-İŞ Sendikası; Doğal çevrenin ve ekolojik dengenin korunmasını, temel amaçları arasında saymaktadır. ÖZÇELİK-İŞ Sendikası; Çevre ile ilgili ne oluyorsa, işçi bu sonuçlar ile iki defa muhatap oluyor. Sendikaların görevi, öncelikle mevcut durumun fotoğrafını çekip, daha sonra da gereken baskıyı yapmak gerekir diye ifade etmekteler.
DEV. MADEN-SEN ve PETROL-İŞ Sendikaları; Sendikalar içinde çevre sorunlarına en duyarlı sendikalar olarak görünmektedir. PETROL-İŞ Sendikası; İşçi sınıfı çevre kirlenmelerinden hem işyeri ortamı ve hem de yaşanılan çevre açılarından en fazla zarar gören toplumsal kesimdir. Sağlıktan öte yol yoktur ve birincil önemdedir. Bu nedenle işçi sınıfının örgütü olan sendikalar için çevre sorunları ile ilgilenmek temel faaliyetleri arasında yer alır. DEV. MADEN-SEN Sendikası; Biz diyoruz ki hangi iyi Toplu Sözleşmeleri yaparsanız yapın, hangi verimli üretimler içinde olursanız olun, yaşamak için ne kadar çok maddi olanağa sahip olursanız olun, eğer sular kirlenmişse, hava solunamayacak kadar zehirlenmişse ve benzeri çevre felaketleri söz konusuysa bütün bunların bir anlamı olmayacaktır.
Bununla birlikte, hemen hiçbir sendikanın bütünsel bir çevre politikası geliştiremediği; bunun nedenini de, genel olarak sendikaların karşı karşıya bulunduğu, çalışma yaşamına ilişkin daha büyük sorunlara, hak kayıplarına ve örgütsüzleşmeye sahip olmaları sebep olmaktadır. Türkiye’de işletmelerden kaynaklanan çevre sorunlarına karşı yürütülen iki önemli mücadele örneği olan Bergama ve Yatağan’da sendikalar işletmenin kapatılmasına karşı çıkarak işverenden yana ve çevre hareketine karşıt bir tutum sergilemişlerdir. Bu santraller her gün yüksek oranlarda kükürt dioksit, azot oksitler, karbondioksit ve diğer gazlar içeren küller çıkarmaktadır. Yatağan Termik Santrali 24 Mart 1994 tarihinde Aydın İdare Mahkemesi’nin aldığı “yürütmeyi durdurma kararı” dolayısıyla verilen 90 günlük faaliyeti durdurma süresi beklenmeksizin yeniden faaliyete geçmiştir. Santralde örgütlü bulunan ve Toplu İş Sözleşmesi’nin tarafı olan TES-İŞ Sendikası, gerek Genel Merkez gerekse Yatağan Şubesi düzeyinde, bölgedeki Termik Santral’lere karşı yürütülen mücadeleye, faaliyet durdurma ve kapatma kararlarına karşı çıkmıştır. Bölgedeki termik santrallerde yakıt olarak kullanılan linyiti sağlayan linyit maden ocaklarında örgütlü olan TÜRKİYE MADEN-İŞ Sendikası Yatağan ve Havalisi Şubesi, Muğla’da bulunan Termik Santral’lerin kapatıldığı ya da kapatılması gündeme geldiğinde, kapatma uygulamalarına ve kararlarına karşı çıkmıştır.
Bergama Ovacık Altın madeninde yürütülen çevresel mücadele sürecinde işletmede örgütlü olan TÜRKİYE MADEN-İŞ Sendikası, Bergamalı köylüler ve diğer çok sayıda demokratik kitle örgütünün dayanışma içinde yürüttükleri uzun soluklu mücadele sürecinin dışında ve karşısında yer almıştır. Madende çalışan işçiler ve TÜRKİYE MADEN-İŞ Sendikası, madende yeterli düzeyde çevresel önlem alındığını öne sürerek, madenin kapatılmasına karşı çıkmaktadır. Maden işkolunda örgütlü bulunan diğer sendika, DEV. MADEN-SEN ise Bergama mücadelesine sürekli destek vermiştir.
Bergama ve Yatağan örneklerinde görüldüğü gibi, işçiler ve yetkili sendikalar, yürütülen çevre mücadelesine ve çevre örgütlerine karşıt bir tavır sergilemiş; işletmelerin kapatılmasını engelleme yönünde yoğun bir çaba sarf etmişlerdir.
İşçilerin yalnız işlerini korumaya, çevre hareketinin ise yalnız çevreye verilen zarara odaklanması, iki taraf arasında diyalog kurulmasını mümkün kılmamıştır. Bu durumun nedenleri, Türkiye’deki sosyoekonomik koşullar ve toplumsal çevre bilincinin yeterli düzeyde gelişmemiş olması ile açıklanabileceği gibi sendikal hareketin ve çevre hareketinin özgün koşulları ile de açıklanabilir. Türkiye’de ekonomik kalkınma hedeflerine öncelik verilmesi, gerek enerji üretim tesisleri gerek endüstri işletmelerinin kuruluş ve üretim sürecinde yalnızca ekonomik sonuçların göz önünde tutulmasına yol açmaktadır. İşletmelerin çevresel etkileri ile yöre halkı ve işçilerin sağlığı üzerinde oluşturacakları olumsuz etkiler, yaratılan ekonomik değer öne sürülerek geri plana itilmektedir. Endüstriyel yatırımların uzun dönemde neden olacakları ekonomik, siyasi, toplumsal ve ekolojik sonuçlar yeterli düzeyde değerlendirilmemekte; işletmelerin kurulduğu yörelerde yaşayanlar ve işçiler karar süreçlerinin dışında tutulmaktadır.
Çevresel etki değerlendirme ve planlama süreçleri sağlıklı biçimde gerçekleştirilmeden kurulan işletmeler, faaliyete geçtikten sonra çözülmesi güç, çok boyutlu sorunlara neden olmaktadır. İşletmelerin kuruluşundan sonra alınan önlemlerin sorunları çözmekte yetersiz kalması, faaliyetlerinin durdurulmasına neden olabilmektedir.
Bu durum yüksek düzeyde ekonomik zararlara yol açabildiği gibi istihdam edilen işçilerin tek geçim kaynakları olan işlerini kaybetmelerine de neden olabilmektedir.
İşsizlik oranının son derece yüksek olduğu ülkemizde, işyerinin kapatılması, işçilerin ve ailelerinin uzun bir süre gelirden yoksun kalmaları anlamına gelebilmektedir. İşletmelerin kapatılması ile işsiz kalacak işçilerin yeniden istihdamına veya işsizlik dönemlerinde gelir desteğine yönelik kamu politikaları geliştirilmemektedir.
İşletmeden kaynaklanan çevre sorunları nedeniyle işletmelerin kapatılmasının söz konusu olduğu pek çok örnekte, işçilerin işsiz kalması gerekçesiyle, sendikaların yürütülen çevresel mücadeleye ve çevre hareketine karşıt bir tavır sergiledikleri görülmüştür. Sendikalar genel olarak üyelerinin kısa vadeli çıkarlarını, emekçilerin, sendikal hareketin ve tüm dünyanın uzun vadeli çıkarlarının önüne koyan politikalar geliştirmektedir. Endüstri ilişkileri ile çevre arasındaki yakın ilişkiye ve çevre sorunlarının işçiler üzerindeki etkilerine karşın Türkiye’de sendikaların önemli bölümü “Sağlık, Güvenlik ve Çevre” alanında etkin politikalar geliştirememekte; yayın, eğitim ve eylemlerinde çevre konusuna yer vermemektedirler. Bununla birlikte son yıllarda önemli düzeyde kan kaybeden Türk sendikal hareketinin sendikaların geleneksel olarak odaklandıkları çalışma ilişkileriyle ilgili olarak bile yeterli politikalar geliştirebildiklerini ve etkin biçimde faaliyet gösterebildiklerini söylemek güçtür. Türkiye’de çevre hareketinin halen etkin ve geniş kapsamlı bir hareket haline gelememiş olması, heterojen bir yapıya sahip olması, sınıfsal perspektiften yoksun olması ve etkin sosyoekonomik çözümler üretemiyor olması gibi nedenler de yürütülen çevresel mücadelelerin sendikaların ve işçilerin desteğinden yoksun kalmasının nedenleri arasındadır. Oysa kapsamlı ve gerçekçi çevre politikaları, sendikal hareket ile çevre hareketinin işbirliğini gerekli kılmaktadır. Bunun gerçekleştirilmesi ise sendikaların işyeri ile sınırlı perspektiflerini genişleterek işyerinin dışında kalan tüm toplumsal alanı kapsayıcı bütünsel bir perspektife sahip olmaları ile mümkün olacaktır. Üretim sürecinin en önemli aktörleri olan işçi sınıfını temsil eden ve Türkiye’deki en büyük toplumsal baskı grupları olan sendikaların, bu toplumsal ve tarihsel rollerine uygun olarak toplumsal ve çevresel politikalar geliştirmeleri, işçilerin ve toplumun çıkarları doğrultusunda yasama süreçlerine müdahale etmeleri, işletmelerin kuruluş ve yönetim kararlarına katılmaları gerekmektedir. Oysa üretici güçlerine rağmen işçiler ve sendikalar doğal kaynaklar üzerinde alınan ulusal ve uluslararası kararlara dâhil olamamaktadır. Diğer yandan sendikaların kaybettikleri toplumsal güçlerini geri kazanmalarının yolu da yalnızca üyelerinin çıkarlarını savunan sendikal anlayışın dışına çıkarak daha geniş toplumsal hedeflere odaklanan, yeni toplumsal hareketlerle işbirliği yapan dayanışmacı ve mücadeleci bir yeni sendikal stratejinin oluşturulmasından geçmektedir.