Genç hekim artık yaşadığı her şeyi O’nunla paylaşmaya başlamış, sıkıntılarına hem hayat tecrübesi hem de Kur’ani ve irfani yaklaşımı ile çözüm bulmaya çalışırdı O’nun yüreğine inşirah veren sohbetlerinde. Ne zaman “geliyorum müsaitmisiniz?” diye telefonla arasa hiçbir zaman “gelme, müsait değilim” sözünü işitmemişti ondan. Bu nasıl birşey idi, kapısının hep açık olması nasıl mümkün idi.Kendisi yoğun yaşadığı mesleğinden mi yoksa ruh hali çok değişken olduğu içindir mi bilinmez hastalara bile zaman zaman yüreği kapanır hele kendisiyle görüşmek isteyen ve hastaneye gelmek isteyen dostlarına bahaneler üretirdi görüşmemek için. Bir keresinde yine hayat hengamesinin darbelerinden hayli yorulan genç hekim bir parça huzur için M.Ağabey’inin yanında soluklanmıştı. Bu arada Kur’an okurken karşılaştığı ama çok iyi anlayamadığı bir ayetin yorumunu da sormak istiyordu.Merak ettiği münif-i kelam şöyle diyordu İnsan-28 de :” Biz bütünün parçaları arasından çok kuvvetli bir bağ/irtibat kurduk”. Hangi bütün ? hangi parça ? kasdedilen neydi?.Anlamı bin kez nazil olan (müteşabih) bir ayetle karşı karşıya kalmıştı.Zordu bu ayetlerin açığa kavuşturulması, çünkü çağlar üstü bir özelliği olan kelam-i insan(=Kur’an) ya muhkem(anlamı aşikar emir ve nehiyler) yada müteşabih ayetlerden müteşekkil idi. Genç hekim Kur’an’la hem-hal olalı onlarca yıl geçmişti.İhtisasa başladığı doksanlı yılların başında Güneydoğu’daki büyük bir metropol şehrinde kırılan ayağından dolayı evinde bir Ramazan ayında hapsedilmiş gibi çakılı kalmış,bir süre yoğun geçen mesai, nöbet hayatından, hastaneden uzaklaşmak zorunda kalmıştı.Hayatta herşeyi çok hızlı elde etmiş ve sonrasında hep büyük bir anlam boşluğu hissetmiş, öğretmen anasının “sakın ilahi rehberden uzaklaşma oğlum” uyarısını hatırlayınca dikkate almanın tam da zamanı diye düşünmüştü.Ve sürekli gözünün içine bakan ve kendisini çok seven ve çok uyumlu munis ve eşinin herşeyini onaylayan biricik karısının da verdiği cesaretle Kur’an öğrenmeye karar vermişti. Eşiyle beraber ilahi kelamı aslından okumayı karı-koca birlikte okumayı öğrenmişlerdi hızlıca.Ve artık farklı bir yaşamın huzur iklimine adım atmışlardı.İlk gözağrısı evladlarına kavuşmanın da sevinciyle herşey çok güzel ve hızla değişim gösteriyordu yaşamlarında.Oysa daha iki yıl olmuştu evleneli ve hayli rahat ve bohem bir hayat sürmüşlerdi.Herşeye tek dünyalı gözle baktıklarından hızla tükenivermişti cicim ayları.Ancak aşık olduğu beyin konusunda ihtisas hayatına başlamış olması ve ilk kez baba olmanın getirdiği coşku onu ve eşini yeni arayışlara sürüklemişti. Onlarca yıl sonra karşılaştığı bir çok alim, yazar ve irfan ehli insanlardan bir arı misali hikmet-balı devşirmeye çalışmıştı genç hekim.İşte o gün bu gündür(aradan geçen yirmi sekiz yıl sonra bile) hemen hergün haşır-neşir olduğu Mutluluk Klavuzundan başka bir yerde huzur bul(a)mamıştı. O’nun derdi Kudreti Sonsuz’un emirlerinin beyindeki karşılıklarını aramak,araştırmak ve anlayabilmek ve etrafıyla meslek zekatı misali paylaşabilmek idi. Şems,7-10 da bildirilen“Nefsini tezkiye eden kurtulmuştur,onu kendi haline bırakan ise gömülmüştür”anahtar ile beyinde hangi kapılar nasıl açılacaktı?Bunu çok merak ediyordu.Nefs nasıl bir şey di? Mahiyeti neydi? Neden yaratılan ekserun-nas(insanların büyük çoğunluğu) ego’(nefs) kurbanı olarak yaşıyordu.Peki peygamberler ve onların arkalarından giden inananlar bilge ve önder şahsiyetler -ulu’l elbab(akıllı azınlık)-nasıl elde ediyordu mutluluğu/huzuru? Yani emirlere uyulduğunda ve nehy(yasak)lardan kaçınıldığında beyinde olan bitenin ne olduğunu çok merak ediyordu genç hekim. Tüm bu duygu ve düşüncelerle M.Ağabey’nin yanına giderken,İnsan Suresi’nde karşısına çıkan ve aklına takılan bütün-parça ilişkisi çok dikkatini çekmiş ,zihnini hayli meşgul etmişti onu aydınlatmasını rica edecekti(DEVAM EDECEK).