İnsanoğlunun bugünü ve geleceği için gerekli olan çevre ve kaynaklarının problemsiz işleyişi, çevreden yararlanan insanoğlunun faaliyetlerine bağlıdır.
Fiziki çevre elemanları, insanoğlu tarafından çok fazla kullanıldığı için çok fazla tahribata maruz kalmakta, geri dönüşümü zor ya da mümkün olmayan çevre problemleri baş göstermektedir. Sanayileşme ve teknolojideki ilerlemeler ile insanoğlu, doğal kaynaklar üzerindeki baskısını, başta sürdürülebilir kullanım olmak üzere çevresel sistemler üzerindeki etkisini üst düzeylere çıkarmıştır.
Sürdürülebilirliğin ana koşulunu, insan ve doğanın birbirinin karşıtı değil birbirinin tamamlayıcısı olduğu fikridir. Doğal çevrenin fiziki elemanlarından olan toprak, su ve hava gibi hassas ekosistemleri insanoğlu tarafından kirletilmekte, işlevlerini yerine getirememektedir. Bu nedenle de doğal kaynakların sürdürülebilir bir biçimde kullanılması, korunmasını ve planlanması gerekmektedir. İnsanın çevre üzerindeki eylem ve davranışları, çevre sorunlarının kaynağını teşkil etmiştir. Sanayileşme ve teknolojik ilerlemeler sonucu insanoğlunun çevre üzerindeki değiştirici ve tahrip edici etkisi artmış, bugünkü ve gelecekteki nesillerin yaşamı için tehlike arz eden ortamlar oluşmuştur. Sanayileşme, kentleşme ve hızlı nüfus artışı çevre sorunlarına neden olan en önemli etken olsa da, tek etken değildir. Bu durum üzerinde etkili olan asıl etkenlerden birincisi insanoğlunun yaşayış biçimlerinin ve düşünce yapısının değişmesidir. İlk insanlar doğayı kutsal olarak düşündükleri için onunla iç içe yaşamışlar, doğa üzerindeki tahrip etkileri çok büyük oranlarda olmamıştır. Fakat insanoğlunun yerleşik hayata geçmesi ve doğayı hakimiyeti altına alması sonucu, doğa üzerindeki tahribat etkisi artmıştır. Burada üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir konu da tüketimdir. İnsanoğlunun daha fazlasını kazanma hırsı, doğal kaynakları kendilerini yenileyebilmelerine izin vermeyen bir hızda tüketmesine neden olmaktadır. İnsanlar ihtiyacından fazlasını doğadan almaya ve tüketmeye eğilimli bir yaşam tarzı sürdürmeye meyilli olduğu sürece, çevre üzerinde tahribatın büyük boyutlara ulaşması kaçınılmazdır. Sürdürülebilirlik kavramı, çevreye hasar vermeden ekonomik gelişmeyi hedefleyen bir süreç olarak tanımlanabilmektedir. Çevre problemlerinin giderek artması, ekolojik dengenin bozunuma uğraması, sağlık sorunlarının artması, kalkınma yanında çevrenin de önemli olduğu sürdürülebilirlik ilkesini ortaya çıkarmış ve dünyanın sürekliliğinin ekosistemdeki her türlü canlının güvenliğini sağlamakla, kalkınma ve ekonomi arasındaki barış ve dengenin sağlanmasına borçlu olduğu görüşünü getirmiştir. Çevresel sürdürülebilirlik, doğal kaynakların sürekliliğinin sağlanması anlamına gelmektedir. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı, bir ülkenin tüm ekonomik ve sosyal politikalarının çevre politikası ve stratejileri ile bütünleştirilmesini gerektirmektedir. Çünkü çevre ve sürdürülebilir kalkınma arasında yakın ilişki vardır. Çevre sorunlarının artması ve doğal dengenin bozulması, kalkınma planlarına çevre unsurlarının da yer almasını sağlamıştır. Çünkü kültür, çevre, insan ve ekonominin birbiriyle etkileşimi o denli güçlüdür ki, bunlardan herhangi biri, öbürleri beraberce ele alınmadan, irdelenemez. Kötüleşen çevre sorunları, canlı ve cansız çevre üzerinde daha önce görülmeyen hastalıklara ve hasarlara sebebiyet vermiştir. Çevre sorunları siyasi sınır tanımadan yayılırken, yaşanabilir alanların azalması, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi, su-toprak-hava kirliliği, çölleşme, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma gibi sorunlar katlanarak artmıştır. İçinde yaşadığımız fiziki çevreyi birbirine sıkıca bağlı ve birbiri ile etkileşim içinde olan su, toprak ve hava oluşturmaktadır. O nedenle bir yandan yaşam sürekliliği sağlanırken, bu elemanların da (toprak, su ve hava) sürdürülür olmaları gerek teşkil etmektedir. Toprak yaşamın başlamasında, oluşumunda ve sürdürülmesinde en önemli öğelerden birini teşkil etmektedir. Sanayileşme, kentleşme ve hızlı nüfus artışı sonucunda toprak kirliliği de bir çevre sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Çeşitli insan faaliyetleri sonucunda kirlenen toprağın, verimliliği ve kapasitesi de değişime uğramaktadır. Toprak kirlendiğinde temizlenmesi en zor, bazense hiç mümkün olmayan tehlikeli bir ortam yaratmaktadır. Toprak kirliliğinin insanoğlu üzerindeki en önemli etkisi çeşitli hastalıklara sebebiyet vermesidir. Toprakta biriken kirleticilerin bitki bünyesine geçmesi toprak kirliliğinin çevre sağlığı açısından en önemli etkisini oluşturmaktadır. Bu bitkilerin doğrudan ya da bu bitkilerle beslenen hayvanların tüketilmesi sonucu kirleticiler insan bünyesine ulaşmaktadır. Gelecek yaşam ve nesiller için toprağın korunması; sürdürülebilirlik, ekosistemlerin korunması ve biyoçeşitlilik için esastır. Bu nedenle toprağın korunması, amacına uygun şekilde sürdürülebilir kullanılması gerektirmektedir. Aynı zamanda çeşitli amaçlarla kullanılan toprağın doğadaki döngüleri bozmayacak şekilde planlanması gerekmektedir.
Çevre kirliliğinden en fazla etkilenen ve çevre kirliliği açısından en savunmasız doğal kaynak, sudur. Günümüz dünyasında insanoğlunun çeşitli faaliyetleri sonucunda su kaynaklarının büyük bir bölümü kirlenmiş durumdadır.
1 litre atık suyun 8 litre temiz suyu kirlettiği ve kullanılmaz duruma getirdiği düşüldüğünde, su kaynaklarının doğal döngüsünün bozulması durumunun yakın gelecekte ne kadar büyük sorunlara sebep olacağı aşikardır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, atık suyun yüzde 95’nin, sanayi atıklarının da yüzde 70’nin hiçbir temizlenme işlemine tabii tutulmadan su kaynaklarına deşarj edilmesi sonucunda, dünyada 1.4 milyar insan temiz suya erişim imkanlarından mahrum yaşamına devam etmeye çalışmaktadır. Su, yaşam ortamını oluşturan temel öğelerden biridir. Yaşamın her dönemi için gerekli ve insanlığın gelecekteki yaşamı için en önemli faktörlerden biri olan su ve onda meydana gelen kirlilik sürekli olarak daha da önem kazanmaktadır. Su ve kaynaklarının sürdürülebilirliğinin sağlanması yaşam için oldukça önemlidir. Bu nedenle bu kaynaktan yararlanma geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de sorunsuz bir şekilde sürdürülebilir olmalıdır. Ancak günümüzde su ve kaynaklarının kendini yenileyebilme hızı, artan talep ve iklim değişikliğine bağlı olarak aşılmış, bu kaynaklar hızla kirlenmeye ve sürdürülebilirliğini yitirmeye başlamıştır. Kaliteli olmayan suyun kullanımı; canlılar üzerinde suyun neden olduğu hastalıklara; tarımsal faaliyetlerde verim düşüklüğüne; yaşam ortamı olan sudaki biyoçeşitliliğinin azalmasına; ölümlere ve içme ve kullanma suyu arıtma maliyetlerinde yükselmeye olur. Bu nedenle su ve kaynaklarının kirlenmesini önlemeliyiz ve sürdürülebilirliğini sağlamalıyız.
Hava kirliliği diğer kirlilik türleri ile kıyaslandığında kendisinin ve etkisinin en kısa sürede görüleceği kirlilik türünü oluşturmaktadır.
Havanın kirlenmesi, insan ve çevreye zarar verecek miktardaki kirleticilerin atmosfere karışması olarak tanımlanmaktadır. Sanayileşme, kentleşme, hızlı nüfus artışı, ısınma, trafik ve yanlış arazi kullanımı gibi etkinlikler sonucunda atmosferik ortamı oluşturan gaz miktarları değişime uğramaktadır. Bu durum sonucunda yalnızca atmosferin yapısı değişmekle kalmayacak aynı zamanda canlıların yaşamı açısından da tehlikeli ortamlar oluşacaktır. Hava kirliliğinin, başta insan sağlığı olmak üzere bitkiler ve hayvan sağlığı, binalar ve görüş mesafesi üzerinde olumsuz etkileri vardır. Bu nedenle etkisini en kısa sürede göreceğimiz kirlilik türünü oluşturan havanın kirlenmesini önlemeliyiz ve sürdürülebilirliğini sağlamalıyız.
Sonuç olarak gelecek yaşam ve nesiller için doğal kaynakların korunması, sürdürülebilirlik açısından önem teşkil etmektedir. Doğal kaynakların tahribatı ve kirletilmesi yalnızca doğal kaynakların verimliliği ve sürdürülebilirliliğini etkilemez aynı zamanda canlıları da olumsuz yönde etkilemektedir. Gelecek yaşam ve nesilleri tehlikeye atmadan onlarında ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir dünyayı onlara bırakmak için doğal çevrenin sürdürülebilir bir biçimde kullanılması gereklidir. Yeryüzünün temel bileşenlerinden olan su, toprak ve hava yaşamın devamını sağlayan temel bileşenleri oluşturur. Toprağın, suyun ve havanın doğal bileşimini bozmadan kullanmak ve korumak, sürdürülebilir yaşam ve doğal çevre için mutlak gereklidir. Ayrıca sürdürülebilir bir doğal çevre için sürdürülebilir kalkınmanın amacına uygun olarak ekonomik kararlar ile doğal çevre kararlarının bir arada ve birlikte değerlendirilmesi gereklidir.
Nitekim doğal çevreyi korumak ve bu değeri gelecek nesillere aynı şekilde aktarmak için doğal çevreyi oluşturan tüm elemanlar birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak düşünülmeli ve herhangi birinde meydana gelebilecek olumsuz etkilerin diğer elemanları da zincirleme etkileyeceği algısı ve bilinci geliştirilmelidir.