Dünyamızda ve onu kuşatan gökyüzünde ne varsa hepsi belli bir düzen ve belli bir denge dahilinde yaratılmıştır. Kur’an’da iç ve dış alemin varlıkları arasında müşahede edilen düzen, denge, uyum ve güzellik, yaratıcının varlığını gösteren en önemli kanıtlardandır. Bu denge içinde bilgi ve program dışı hiçbir şey yoktur. Her şeyi yaratıp düzenine koyan, takdir eden, yol gösteren hatta yeşil otu dahi çıkaran Allah’tır. Dolayısıyla bu gök, bu yer ve onların arasındakiler bir “oyuncak” olarak yaratılmamıştır (21. Enbiya, 16). Ekolojik denge tabiri, çevre bunalımını ve onun altında yatan temel nedenleri, özellikle de metafizik ve ahlaki nedenleri görmek ve uygun bir çıkış yolu bulmak için çok önemlidir. Ekolojik denge, tabiatta bir düzen, varlıklar arasında bir ahenk ve insicamın olduğunu, herşeyin tabiatta bir ölçü ve miktarda bulunduğunu ifade eder. Yerde, gökte ve bunların içinde yaşayan canlı cansız herşeyde mükemmel bir düzen ve uyum vardır. Çünkü “Dünya kaos değil düzen ve kozmos” içindedir. Bu sadece evrenin ve doğanın belirli bir bölümünde değil, aynı zamanda tamamına hâkim olan, yıldız, gezegen ve galaksiler gibi makro yapılardan, proton, nötron ve elektron gibi mikro yapılara kadar var olan bir şeydir. Öyle ki dünya üzerindeki canlılara dikkatle baktığımızda aralarındaki muazzam ahenk ve düzeni kolayca müşahede edebiliriz. Mesela, bir kefal balığı bir seferde beş milyon yumurtayı deniz sularına terk eder. Eğer bu yumurtaların hepsi gelişerek ve hayatta kalarak kefal balığı olsa idi, denizlerde diğer varlıkların yaşamasına imkan kalmazdı. Bu yumurtaların birçoğu, başka canlılara rızık olarak tüketilmekte ve diğer bir kısmı ise, daha yumurta halinde iken ölmekte ve böylece akıllara durgunluk verecek derecedeki ilahi denge sağlanmış olmaktadır. Kur’an’da konunun genel anlamda nasıl sunulduğunu göstermesi bakımından ekolojik dengeden ve onun unsurlarından bahseden bazı ayetleri şöyle sıralayabiliriz: “Allah gökten yere her işi düzenleyip yönetir.”, “Allah’ın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin.” “Her şeyi yaratıp nizam veren ve herşeyin varlığını bir ölçüye göre belirleyen O’dur.”, “Muhakkak ki biz her şeyi bir ölçüyle yarattık.”, “Her şeyin hazineleri bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” Kur’an’da ekolojik dengeyi gösteren ayetler, alemin düzenli ve ahenkli yapısı yanında onun gayeliğine de işaret eder tarzda sunulmaktadır. Varlıkların belirli bir düzen içinde sürekliliği ancak belirli bir amaç etrafında birleşmesiyle mümkündür. Bunun aksı olan düzensizlik, tesadüf ve kaos, alemde hayatın sürekliliğini imkansız kılar. Alemdeki bu dengenin gayesi, yeryüzündeki varlıkların devamını sağlamaktır. Kur’an, kainattaki fıtri denge ile insanın yapısı ve ihtiyaçları arasındaki mutlak uyuma da işaret etmektedir. Kur’an’da verilen ekolojik bilgiler bugünün bilim anlayışı ile de uyuşmaktadır. Kur’an bir bilim kitabı olmamakla birlikte insanları bilime teşvik ederken bazı hareket noktaları göstermektedir. Örneğin Kur’an günümüzde bitki ve ağaçların döllenme yollarından biri olduğu kabul edilen rüzgarların ekolojik sistem içindeki aşılayıcı rolüne işaret etmekte,yağmur, kar ve dolu gibi meteorolojik olayların fonksiyonlarını vurgulamakta, bulutların elektrik yüklü olmasına değinmektedir. Bunun gibi yeryüzünde canlılığın devamı için suyun varlıklar için önemine birçok ayette dikkat çekip suyun devamlı olarak katı, sıvı ve gaz haline dönüşerek atmosfer, okyanus ve karalar arasında dolaşması anlamına gelen hidrolojik döngüye temas etmektedir. “Arz/dünya, yeryüzü” kelimesi, Kur’an’da 200’den fazla yerde geçerken, bunlardan 54 yerde arzın insan emrine verildiği ve insanlar tarafından imar edileceği belirtilmektedir. Yeryüzündeki canlı hayatının devamı mevcut tabii düzenin olduğu gibi işlemesine bağlıdır. Bu düzenin bozulması, yeryüzündeki hayatın sona ermesi demek olan kıyametin kopması anlamına gelmektedir. Bu nedenle ayetlerde geçen denizlerin kaynaması, yıldızların dökülmesi, güneşin dürülmesi, göğün yarılması, yeryüzünün dümdüz olması gibi kıyamet tasvirleri aynı zamanda ekolojik bir bozuluşa işaret etmektedir. Kur’an-ı Kerim bir taraftan bütün varlıkların bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığını beyan ederken diğer taraftan da insanın tabiattan faydalanması esnasında, mevcut ölçü ve dengeyi bozmaması gerektiğine de dikkat çekmektedir. Ölçülü bir biçimde tabiatla ilişki içine girmek, insan türünün mümkün olan en uzun sürede tabiattan faydalanması sonucunu doğuracaktır. Tabiattan faydalanma, aynı zamanda üretim ve tüketim yapma anlamına da gelmektedir. Ancak tüketirken en çok dikkat etmemiz gereken nokta, tabiatın düzenine yani ekosisteme zarar vermemektir. Çünkü çevreye zarar vermekle insanoğlu bindiği dalı kesmekte ve akıl almaz tahribatlar yaparak gelecek nesilleri bilmeden tehlikeye atmaktadır. İnsanı merkeze, tabiatı ikinci dereceye yerleştiren dini öğretiler ve bunların oluşturduğu değer yargıları bugünün bilim anlayışıyla tahribata uğramıştır. Bunun sonucunda da ne hazindir ki günümüz temel değerleri, üretim, katma değere katkı ve verimlilik gibi tek boyutlu bir hale dönüşmüş ve böylece ilahi denge bozulmuş, tasarruf, arsız tüketime, tüketim de, her alanda tahribat ve fesada yol açmıştır. Çevre sorunlarını çözmek için insanımıza öncelikle manevi ve vicdani sorumluluk bilinci, dünya-ahiret dengesi ve ebedi hayat inancı yani ferdi çıkar ve maddi değerleri mutlaka manevi değerlerle de mezcederek post modern anlayışa alternatif bir medeniyet inşa etmek gerekir. Çevre olayına manevi değerler nazarıyla bakmak demek, çevre kirliliği konusunda, çevreyi ve bazı canlı türlerini koruma anlamına gelen parçacı ve lokal bir yaklaşımla yetinmeyip olaya ekolojinin bütüncül boyutuyla daha derin ve kapsamlı bir şekilde yaklaşmak demektir ki bunu, “çevre koruma değil ekolojik dengeyi muhafaza ve doğal ortamı devam ettirme önemlidir” şeklinde özetlemek mümkündür. Çevre sorunlarını çözmeye yada doğal ortamı korumaya yönelik olarakta, sadece lokal ve parçacı tutumlara dayanarak yada sadece fayda ekseninde olaylara yaklaşarak ekolojik dengeyi yeniden kurmanın mümkün olamayacağı artık tecrübeyle sabittir. Çünkü aydınlanma felsefesinin ortaya çıkardığı dar ve sınırlı çevreci yaklaşımlar, insan ve üretim, tüketim merkezli olup diğer varlık alemine pragmatist olarak bakmakta ve doğayı salt bir araç olarak görmektedir. Halbuki komşusunun ağacını kesen bir insan sadece ona karşı bir suç işlemiş olmaz, aynı zamanda bir bitkiye ve entegre bir biçimde de ondan yararlanacak olan tüm canlılara karşı da suç işlemiş olur. Dolayısıyla doğaya müdahele edilmesi, onun bütünlüğünün bozulması, yeni çevre problemlerinin yaşanması anlamına gelmektedir. Doğadan faydalanmanın en bariz yönü “ekolojik denge”den uzak veya yakın oluşta ortaya çıkıyor. Gittikçe doğal ritim ve ahengin bozulması da başka bir tehdit oluşturmaktadır. Dengeden uzak oluş ve diğer tehditler bağlamında, tabiatın ayrılmaz bir parçası olan “hayvanları avlayıp yemek, zevk ve post için var oldukları” düşüncesi açıklayıcı bir örnek olarak görülebilir. Oysa ilgili ilişki çift yönlü olarak değerlendirilmeli ve “besleyen-beslenen”, “kollayan-kollanan”, “veren-alan” gibi, tabiatla ünsiyet ve iletişimi ifade eden daha başka açılardan da ele alınmalıdır. Çünkü, “doğanın bütünlüğü” ilkesi temel ekolojik prensiplerden biridir. Dini ve felsefi düşüncenin doğaya ilişkin bütüncül bakışı, metafizik, mistik ve etik eğilimleri öne çıkaran bir yaklaşım olarak görülmektedir.