İnsanlar tarafından yenilen ve içilen bütün ürünlere gıda diyoruz. Gıdalar insanın maddi varlığını idame ettirdikleri, manevi varlığına katkı yaptıkları için toplumlar tarafından kutsal olarak kabul edilmektedir. Gıdalar ayrıca toplumsal ve bireysel, kültür ve tarih taşırlar. Gıdalara bu anlamın verilmesinin sebebi, insanın bugün tükettiği gıdaların büyük bir toplumsal emek ve ekolojik bir evrim sonucunda ortaya çıkmasıdır. Bugün, toplumlar tarafından gıdaya verilen bu kutsal, tarihsel ve kültürel değer küresel güçler tarafından gıdanın alınıp satılan basit bir metaya indirgenmesi ile erozyona uğratılmaktadır.
Son yıllarda dünyada yaşanmakta olan gıda krizi, tehlikeli ve katlanılamaz duruma gelmiştir. Gıda krizi mevcut koşullarda toplumun gıdaya erişmesinde yaşanan krizi, gıda temin etme çabalarını tanımlasa da, krizin önemli bir ayağı da toplumun sağlıklı gıdaya erişme sorunudur.
Avrupa ülkeleri önce sömürgeleştirdikleri topraklardan gıda ihtiyaçlarını sağlamak için kolonilerin kendi kendine yeten yerel tarımsal sistemini dağıtmış ve kendi devletleri için ihtiyaç duydukları tarımsal ürünleri ürettirmişler, o toplumları açlığa terk etmişlerdir. Sömürgelerden gelen hayvansal ve bitkisel ürünlerle bu ülkeler daha da büyümüş, zenginleşmiştir. Günümüzde dünyanın geri kalmış ülkelerinde yaşanan gıda krizi tamamen bu müdahalelerle ilgilidir.
Dünya savaşları sonucu ortaya çıkan büyük bunalımlar ve ekonomik krizlerden etkilenen küresel güçler, bunalıma çare olarak geliştirdikleri tarım politikalarıyla tarımsal ürünleri desteklemesi, teknolojinin gelişmesi, gübre ve hibrit tohumların yaygınlık kazanması sonucu dünyada tarımsal üretimde patlama yaşanmıştır.
Bu süreçte gerekli desteklemelerden uzak olan dünyadaki az gelişmiş ülke üreticileri, bu gelişmeler karşısında tarımsal üretimden uzaklaşıp ucuz iş gücü haline gelmiş, ülkeleri ise tarımsal üretimde ithalatçı konuma getirilmiştir.
Tüm bu uygulamalar sonucu dünyada tarımsal üretim ulus ötesi şirketlerin kontrolüne girmiştir. Bu ulus ötesi şirketlerde İMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü yardımıyla, gelişmekte olan ülke tarımlarını kendi kapitalist birikim süreçleri için gerekli gördükleri ürünleri üretmeye mecbur bırakmışlardır.
Temel gıda üretiminden uzaklaştırılan bu ülkeler, süpermarket zincirlerinin gereksinim duyduğu yüksek değerli ürünlerle, tarımsal sanayinin gereksinim duyduğu sanayi ürünleri üretimine yönlendirilmişlerdir.
Bugün toplumların sağlıklı gıdaya ulaşamamasının en önlemli sebepleri endüstriyel kirlilik ve yetersiz denetimlerdir. Tarımsal üretimde kullanılan ilaç kalıntıların yarattığı kirlilik sağlıklı gıdaya ulaşmayı imkânsız hale getirmekte, yaşamımızı idame ettirmek için aldığımız gıdalar zehir haline gelmektedir.
Burada ise beslenme faaliyetinden değil ancak intihar eyleminden bahsetmek mümkündür. Nitekim çevresel kirliliğin ve tarımsal ilaç kullanımının yaygın olduğu bölgelerde yapılan çalışmalarda kanser vakalarının bu bölgelerdeki kirlilik ve ilaç kullanımı ile paralel olarak arttığı tespit edilmiştir.
Tarım faaliyetleri dışındaki endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan kirlenmeler sağlıklı gıdaya ulaşmayı engelleyen temel faktörlerdendir. Bu kirlilik sularımıza, bitkilere, hayvanlara ve insanlara zarar vermektedir.
Türkiye’de toplumun sağlıklı gıdaya ulaşması amacıyla tarlada, pazarda, fabrikada, markette denetim yetkisi Tarım ve Orman Bakanlığındadır. Ülkemizde bakanlık etkin bir denetim yapmamakta, bir simitçi ile milyon dolarlık bir şirkete uyguladığı idari yaptırım miktarları arasında bir fark bulunmamaktadır. Gıdaların içine konulduğu kap ve ambalaj malzemesinden gıdaya olan bulaşmalara dönük bakanlığın herhangi bir denetim planı bulunmamaktadır.
Kapitalizm gıda rejiminde önce hibrit tohum ve kimyasal gübrelerin açlığı bitireceğini, sonrada GDO’lu ürünleri açlığı bitirecek gelişme olarak müjdeledi.
Fakat tarihsel sürece baktığımızda kapitalizmin verdiği her yeni müjdesinin büyük toplumsal yıkım yarattığı görülmektedir.
Türkiye’de toplumun yeterli gıdaya ulaşamamasının en önemli sebepleri; enflasyon, savaş ve çatışma ortamları, üretici ve tüketici arasında kopan bağlar, topluma değil endüstriye yönelik üretim, endüstrileşmenin sebep olduğu iklim değişikliği, topluma gıda ulaştıran kamu kurumların tasfiye edilmesi, yerel tohumların ve yerel türlerin tasfiye edilmesidir. Ülkemizde yüksek ve sürekli enflasyon nedeniyle hayvansal ve bitkisel üretim gerçekleştiren kesimler üretim yapamaz hale gelmektedir. Tarımsal üretimde kullanılan akaryakıt, enerji, gübre, tarımsal ilaçlar vb girdilere yapılan fahiş zamlarla toplumun ve üreticilerin elindeki, avucundaki maddi olanaklar çalınmakta yandaş sermayeye aktarılmakta, toplum gıdaya ulaşacak maddi olanaklardan mahrum kalmaktadır. Mazot, elektrik, gübre fiyatlarında yaşanan devasa enflasyon üreticilerin bu girdilerde yapacağı kısıtlama ile önümüzdeki yıllarda da verim kaybına neden olacağı kesindir. Pahalılık tüm toplumu olduğu gibi çalışanları da fakirleştirmiş, uzun yıllar boyunca eriyen maaşları ile gıda krizini en ağır şekilde yaşamalarına sebep olmaktadır. Türkiye olarak bulunduğumuz coğrafyada uzun yıllardır yaşanan terör, savaş ve kaos ortamları ekolojik tahribat yaratmakta, pek çok tarımsal üretim alanı üretim dışı kalmakta, göçlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Gıdaların üreticilerden tüketicilere ulaştırılması sürecinde kurulan haksız kazanç sistemi gıda krizinin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Mevcut durumda gıda fiyatlarının üreticiden çıkışı ile tüketiciye ulaşan seviyeleri arasında devasa uçurum söz konusudur. Gıda fiyatları marketlere ulaşana kadar üreticinin sattığı fiyatın 4-5 katı fiyatlara ulaşmaktadır. Gıdaların üretildikleri yerlerde tüketimini değil, uzun yolculuklar boyunca taşınması esasına göre dizayn edilen gıda endüstrisi, hem maliyetleri artırmakta hem de bu uzun taşıma süreçlerine uygun gıda ürettirerek yerel türleri yok etmekte, tarımda bir monokültür dayatmaktadır. Türkiye’de tarımsal üretimin planlanması toplum ihtiyaçlarına göre değil giderek daha fazla endüstriyalizmin ihtiyaçları esas alınarak yapılmaktadır. Temel gıda maddelerin üretimi düşürülmekte, endüstriyel ürünlerin üretimi artırılmaktadır. Türkiye temel besinlerde dışa bağımlı hale getirilmekte, ülke olarak gıda egemenliğini de kaybetmektedir. Temel gıda ihtiyaçlarını üretemeyen toplum ise hem dışa bağımlı oluyor hem de endüstriyalizm tarafından yükseltilen gıda fiyatları nedeniyle gıdaya ulaşamaz hale gelmektedir. Türkiye ülke olarak dünya nüfusun yaklaşık olarak yüzde 1’ini barındırırken, dünya tarımsal üretiminin yüzde 2’sini üretmektedir. Ülkemiz iki Türkiye besleyecek tarımsal üretim yapmasına rağmen, tüm bu sebepler nedeniyle, milyonlarca insan sağlıklı gıdaya ulaşamamakta, açlık yaşamaktadır.
Temel gıda maddesi olarak kullanılan tahılların üretiminde yaşanan düşüşün en önemli sebeplerinden biri endüstriyalizmin yarattığı iklim değişikliğine bağlı kuraklık, iklim düzensizliğidir. Küresel ısınmanın yağışlar, sıcaklıklar, biyo-florada yarattığı değişimler ve bu değişimlerin gıda üretimine etkileri gıda krizini her geçen gün daha fazla tetiklemektedir. Türkiye’de tarım satış kooperatiflerinin, Et-Balık ve Süt kurumunun tasfiye edilmesi, TMO’nun sadece ithalata aracılık yapacak kurum haline getirilmesi gıda krizinin temel nedenleri arasındadır.
Endüstriyel talepler doğrultusunda üretim yapan tarım sistemimizde, hibrit tohumların ve hayvansal ırkların tarımsal florayı domine etmesi sonucu yerel tohumlarımız ve yerel hayvansal ırklarımız kaybolmuştur. Bu türlerin ulusüstü şirketlerin etkisiyle yok olması, tarımsal üretimi tehlikelere açık hale getirmiştir.
Yerel tohumlar belirli kuraklık koşullarına adapte olmuşken hibrit tohumların bu konuda ne kadar yetersiz kaldığı son yıllarda yaşadığımız verim kayıplarında daha fazla görülmüştür. Hibrit tohumlarla birlikte kullanımı her geçen gün artan kimyasal ilaçların hem artan ekonomik maliyetleri hem de sağlık üzerindeki olumsuz etkileri artmaktadır.