Dünyanın başlıca sorunları arasında yer alan küresel ısınma, yaşadığımız yerkürede ortalama sıcaklığın uzun dönemde artması manasına gelmektedir.
Küresel ısınma sera etkisinden dolayı oluşmaktadır. Sera etkisine sebep olan gazların başında karbondioksit gazı gelmekle birlikte azot oksit, metan, su buharı ve kloroflorokarbonlar da sebep olan gazlardandır. Ancak karbondioksit (CO2) gazının bu gazlar arasındaki oranı yüzde 82 olduğu için sera etkisi denilince genelde CO2 gazı anlaşılmakta yada ifade edilmektedir.
Sanayi Devrimi elektrik kullanımını arttırdığı için fosil yakıtların tüketimi artmıştır.
Fabrikalarda üretimin artması enerji ihtiyacını doğurmuş, bu sebeple fosil yakıtlar kullanılmaya başlanmış, fosil yakıtların kullanılmasıyla CO2 oranı artmıştır. Karbon döngüsünün absorbe edemediği CO2 dünyaya gelen ışınların yansıyıp geri dönmesine engel olduğu için sıcaklığın artmasına sebep olmuştur.
Enerji tüketimi ve ekonomik büyümenin çevre üzerine ciddi etkisi vardır.
Yaşadığımız dünya tarih sürecine baktığımızda enerji tüketimi ve ekonomik büyümenin en fazla olduğu ülkelerde çevre problemleri ilk olarak ortaya çıkmış, çevre kirlilik sonuçları da toplumsal yaşantıda en fazla bu ülkelerde olmuştur. Sera etkisinden en fazla sorumlu tutulan CO2 gazı aynı zamanda dünya karbon emisyonun artışından ve çevre kirliliğinden de en fazla sorumlu tutulmaktadır.
Nitekim literatürde CO2 ile hava kirliliğinin artış gösterdiği görülmektedir.
Hava kirliliği ise dünyada görülen hastalıkların çok büyük bir kısmının ortaya çıkışından ve bu hastalıklara bağlı meydana gelen ölümlerin oluşundan sorumludur. Dünya nüfusundaki artış ve ekonomik gelişmeler çevresel problemleri de beraberinde getirmiştir. Ülkelerde kişi başına düşen milli gelirin artmasıyla kişisel harcamalar ve tüketim artmakta, sonuçta çevre problemleri de artmaktadır.
Dünya nüfusunun artması ve özellikle kentlerde yoğunlaşması sonucu son dönemlerde çevre kirliliği sorunları artmaya başlamıştır. Gelişmiş AB ülkelerin büyüme ve rekabet avantajlarını korumak istemesi enerjiye olan ihtiyaçlarını arttırmakta, dolayısıyla çevre problemlerini de aynı oranda arttırmaktadır.
Eurostat 2015 yılı verilerine göre AB’de ortalama kişi başı CO2 salımı 8.2 Ton/yıldır. OECD üyelerinin yaklaşık üçte ikisine sahip gelişmiş AB ülkeleri 1980 yılına kadar gelirleriyle doğru orantılı olarak çevreyi kirletmiş fakat uygulamış oldukları Kyoto Protokolü Esneklik Mekanizmaları sayesinde bu tarihten sonra karbon salımlarını azaltmıştır. Bu ülkelerde karbon salınımının azalmasından bu ülkelerin enerji tüketiminden yada ekonomik gelişmeden vazgeçmeleri sebep değildir. Bu ülkelerde karbon salınımlarının azalmasının asıl sebebi, daha önce kendi ülkelerindeki tesislerde fosil kaynaklardan ürettikleri elektrik enerjisini, Kyoto Protokolü sonrası gelişmekte olan ülkelere taşımaları, kendi ülkelerinde ise elektrik üretimi için yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeleri etkili olmuştur. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde imzalanan Kyoto Protokolü sonrası çevre ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarda artış olmuştur. Bu çalışmalarda çevre problemi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki, karbondioksit dışında karbonmonoksit, sülfürdioksit, nitrojenoksit gibi değişkenlerin de gelirle ilişkisi analiz edilmiştir.
Türkiye’de ekonomik büyüme ile karbon emisyonları arasındaki ilişki 1980-2003 dönemi verileri kullanılarak araştırılmıştır. Araştırılan dönemde ekonomik büyümesi hızlı olan Türkiye’nin karbon emisyonlarının da artma eğiliminde olduğu, artan bu karbon emisyonlarının azaltılmasının enerji yoğunluğunun düşürülerek olabileceği ifade edilmiştir (Lice,2006).
1968-2003 dönemi verileriyle Türkiye için yapılan bir başka çalışmada, kişi başı gelir ile karbon emisyonları arasında artan bir monoton ilişki saptanmıştır (Akbostancı vd.,2009).
36 gelişmiş ülke için 1980-2005 dönemi verileri kullanarak GSYIH ile karbon emisyonları arasındaki ilişkiyi araştıran analiz çalışmasında, GSYH’daki 100 birimlik artış kısa dönemde karbon emisyonlarını 68 birim arttırırken, uzun dönemde 22 birim arttırdığı tespit edilmiştir (Jaunky,2011).
Türkiye ve Akdeniz ülkelerinde nüfus, karbon emisyonları ve kişi başı gelir arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmada, nüfus artışının ve enerji tüketiminin çevre kirliliği üzerinde pozitif bir etkisinin olduğu belirtilmiştir (Arı & Zeren,2011).
Türkiye’de, 1960-2013 dönemi analiz sonuçlarıyla yapılan çalışmada, yenilenebilir enerji ile sera gazı salımı arasında ters bir ilişki olduğu vurgulanmıştır (Çağlar & Mert,2017).
AB ülkelerinde enerji tüketimi ve ekonomik büyümenin çevre kirliliği üzerindeki etkisi konulu çalışma sonucuna göre, enerji tüketimi 100 birim arttığında CO2 emisyonu 72 birim artmaktadır. Yani pozitif yönlü bir ilişki vardır (M.Metin Dam).
AB ve Türkiye’de yapılan tüm çalışma sonuçlarına baktığımızda çevre kirliliğini arttıran en önemli değişkenin enerji tüketimi olduğu görülmektedir. Gelişmiş AB ülkelerinde kişi başı enerji tüketiminin yüksek olması ve elde edilen enerjinin büyük kısmının fosil yakıtlardan elde edilmesi kirliliği arttırmaktadır. AB ülkelerinde teknolojinin gelişmiş olması yenilebilir enerji kaynaklarına talebi attırsa da fosil yakıtların kullanımı devam etmektedir.
Aydın, fosil yakıtların enerji üretim kaynağı olarak kullanılmasına bağlı olarak oluşan iklim değişikliğine alternatif enerji üretim kaynağı olarak gösterilen jeotermal kaynaklara Türkiye’de en fazla sahip olan il’dir. Türkiye’de jeotermal kaynakların yüzde 95’i elektrik üretimi dışı alanlarda kullanılırken, Aydın’da jeotermal kaynakların yüzde 95’i elektrik üretiminde kullanılmaktadır. Aydın’da jeotermal santrallerin(JES) yanlış lokalizasyonlarda yapılması, eski teknolojiye sahip olmaları, yasa dışı kurulmaları ve çalışmaları, denetim dışı bırakılmaları nedeni ile Aydın’da hava, su, toprak ve gıdalarda ciddi kirlilik oluşturmaktadırlar.
Büyük Menderes havzasında şu an 39 kadar JES mevcut olup, havzada bu JES’lerden çıkan çok fazla yoğuşmayan gazlara bağlı hava kirliliği dışında, iklim değişikliği de meydana gelmektedir.
Havzada var olan JES’ler 10 milyon ton/yıl yoğuşmayan gazları havaya salmaktadır. Bu gazların en önemlileri CO2-SO2-H2S-Hg-NH3-Metan-Etan-Radon- Talyum vs.dir. Yapılan bilimsel çalışmalara göre Aydın’da JES’ler “yeni nesil termik santrallerden” 4 kat fazla CO2 salınımı yapmaktadır. Aydın’da JES’ler günde 3000-3500 ton/gün CO2, 3-3.5 ton/gün SO2 salınımı yapmaktadır.
B.Menderes havzasında 1970-2011 yılları arasında en fazla aylık, mevsimsel, ortalama maksimal ve minimal sıcaklık artışları Yatağan, Denizli, Aydın ve Sultanhisar’da olmuştur. B. Menderes havzasında sera gazı artışına sebep olan en önemli faktörler termik santraller, jeotermal santraller, endüstriyel işletmelerdir(E.Macana,2014). Aydın’da 2011 yılı sonrası 30’dan fazla yeni JES yapıldı. Bu JES’ler ise Aydın’da daha fazla CO2 salınımının olmasına, sonuçta ise sera gazı-sıcaklık ve iklim değişikliğinin süratlenmesine sebep olmuştur.
Tüm bunlar ise Aydın’a kirlilik, kuraklık, fakirlik, işsizlik, açlık, hastalık, ölüm getirmiştir. TÜİK verilerine göre 2010-2017 döneminde Aydın’da Türkiye ortalama değerlerine göre; Toplam işlenen tarım alanı yüzde 14.6 daha fazla azaldı, Toplam tarımsal üretim değeri yüzde 31.6 daha az arttı, Kişi başına tarımsal üretim yüzde 35.1 daha az arttı, Toplam sanayi girişim sayısı yüzde 12.4 daha az arttı, Toplam GSYİH yüzde 3.7 daha az arttı, Kişi başına GSYİH yüzde 74.5 daha az arttı, Ölüm sayısı yüzde 27.3 daha fazla arttı, Kaba ölüm hızı yüzde 52 daha fazla arttı.
Dünyada sera gazı artışına, iklim değişikliğine en fazla sebep olan fosil kaynaklara alternatif olarak gösterilen yenilenebilir enerji kaynaklarından olan jeotermal kaynakların, Aydın’da sadece elektrik enerjisi üretimi için kullanımı sonucu, Aydın’da enerji üretimi artmış fakat Aydın’da bu enerji üretiminden Aydın halkı ve sanayisi uygun koşullarda faydalanamamış, Aydın’da toplam ve kişisel GSYİH giderek azalmış, CO2 emisyonları-sera gazı-çevre kirliliği-iklim değişikliği-hastalık ve ölümler artmıştır.