Dünya genelinde çevre kalitesindeki artan bozulma, küresel ısınmadaki artış ile birlikte sağlıklı yaşam üzerinde ciddi bir tehlike arz etmektedir.
Çevresel riskler insan sağlığını olumsuz etkileyerek, çeşitli hastalık türlerinin ortaya çıkmasına ve ölümlere sebebiyet verebilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporuna göre, yılda 13 milyon ölümün önlenebilir çevresel nedenlere bağlı olduğu tahmin edilmektedir.
Sera gazı emisyonlarının artması çevre ve insan sağlığı için ciddi bir risk oluşturmaktadır. Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan partikül, SO2 ve CO2 hava kirliliğinin artışında önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Hava kirliliği ve yüksek sıcaklıklar nedeniyle bulaşıcı hastalıkların yayılımı da artmakta.
Çevre, insan sağlığı üzerinde geleneksel ve modern olmak üzere iki tür risk oluşturmaktadır. Geleneksel riskin etkileri kısa sürede görülmekte, ekonomik kalkınmanın sağlanamamasından kaynaklanmakta ve yoksulluk ile ilişkilendirilmektedir. Modern riskler ise etkileri zamanla ortaya çıkan ve hızlı ekonomik kalkınmadan kaynaklanan hava ve su kirliliği olarak ifade edilmektedir (Erden ve Turan Koyuncu, 2014).
Çevre kirliliği insan sağlığını, insanları doğrudan zararlı maddelere maruz bırakarak ya da dolaylı olarak ekosistemleri bozarak etkilemektedir.
İnsan sağlığını olumsuz etkileyen çevre kirliliğinin işgücü verimliliğine olumsuz yansımaları olmakta, bu durum da ekonomik büyümenin azalmasına yol açabilmektedir. Bu bağlamda, sağlık, ekonomik büyüme ve çevre kirliliği arasında dinamik bir ilişkinin varlığını destekleyen güçlü kanıtlar söz konusudur.
İyi bir sağlığa sahip olma kişilerin gelirlerinin artmasına katkıda bulunurken, makroekonomik açıdan da ekonomik büyümeyi desteklemektedir. Ekonomik büyüme sadece daha yüksek gelire değil, aynı zamanda daha yüksek bir yaşam kalitesine yol açmakta ve böylece sağlık koşullarının iyileştirilmesi sağlanmaktadır.
Çevre kirliliğinin yol açtığı sağlık sorunları, sağlık harcamalarını daha da artırarak ülke ekonomileri üzerinde ağır yükler oluşturabilmektedir.
Türkiye’de yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar bulunmuştur.
Ecevit ve Çetin (2016) tarafından Türkiye’de ekonomik büyüme ve çevre kirliliğinin sağlık üzerindeki etkisi 1960-2011 dönemi verileri kullanılarak analiz edilmiş, bu analiz sonuçlarına göre sağlık harcamaları üzerinde “Gelir, CO2 ve SO2” istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif bir etki yaratmakta; “Gelirin” bebek ölüm oranını azalttığı, “karbon” salınımının bebek ölüm oranını arttırdığı; “CO2” emisyonu arttıkça sağlık harcamaları hem uzun hem de kısa dönemde önemli ölçüde artmaktadır.
Erden ve Turan Koyuncu (2014) tarafından Türkiye’de ekonomik kalkınma, çevre kirliliği ve insan sağlığı arasındaki ilişki 1980-2012 dönemi verileri üzerinden analiz edilmiş, bu analiz sonuçlarında ekonomik kalkınmanın karbon salınımında bir artışa neden olduğu ve bu durumun sağlık harcamalarını artırdığı; Yüksek kirliliğe sahip olan şehirlerin kişi başına düşen sağlık harcamalarının daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Özetle dünya ve Türkiye’de yapılan çalışma sonuçlarına göre, çevre kirliliğindeki bir artış sağlık harcamalarında da bir artışa yol açmaktadır.
Toplumların gelişmişlik düzeyleri ile sağlık arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Gelişmişlik düzeylerini belli bir seviyeye getirebilmiş olan toplumlarda hem GSYİH’den sağlığa ayrılan payın hem de sağlık için yapılan harcamaların arttığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde üretim artışı, bir yandan yenilenemez kaynakların hızla tükenmesine, diğer yandan da özellikle su ve hava kirlenmesinin artmasına, sağlık ile ilgili yaşam kalitesinin bozulmasına ve dolayısıyla sağlık harcamalarında da artışa yol açmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde çevrenin sağlık üzerine etkileri gelişmiş ülkelere göre, çevresel risklere maruz kalma ve sağlık hizmetlerine erişimdeki yoksunluktan dolayı 15 kat daha yüksektir (Remoundou ve Koundouri, 2009).
Kalkınmakta olan ülkelerin hemen hepsinde tarım sektörü en fazla istihdam sağlayan alan olarak göze çarpmaktadır. Son 30 yıldır dünya çapında uygulanan neo-liberal politikalar ışığında uygulanan tarım politikaları ve devlet desteğinin tarım sektöründen çekilmeye başlanması, yoksulluğun daha şiddetli yaşanmasına yol açmaktadır. Türkiye’de de küreselleşme ve liberalleşme politikaları sonucunda en çok etkilenen kesim tarım sektörü olmuştur. Bu politikalar sonucu kırsal nüfusu yoksulluğa, işsizliğe, kente göçe ve sigortasız çalışmaya zorlamaktadır. Yoksulluk, gelişmekte olan ülkelerde sadece ekonomik yetersizlik değildir. Yoksulluk olgusu aynı zamanda, doğal çevrenin tahribatı konusunda baskı yaratmakta, toplumsal dinamikleri etkilemekte kültürel ve siyasi yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir (ZMO).
Türkiye`nin endüstriyel ve tarımsal anlamda en önemli üretim bölgelerinden olan Büyük Menderes Havzası başta kirlilik olmak üzere su kaynaklarına ilişkin bir çok problemle karşı karşıyadır.
Adnan Menderes Üniversitesinden Funda Çondur (2010) tarafından Büyük Menderes Havzası’nda yapılan çalışmada; Hane halklarının sosyo-ekonomik yapıları ile çevresel kirlenme arasındaki ilişki, sanayi ve tarımsal üretim biçimleri ve büyüklükleri ile çevresel kirlenme arasındaki ilişki analiz edilmiş, analiz sonucunda B.Menderes Havzasındaki çevre kirliliği ile halkın ekonomik durumu, sanayi ve tarımsal üretim arasında ilişki bulunmuştur.
TÜİK verilerine göre 2010-2017 döneminde Aydın’da Türkiye ortalama değerlerine göre; Toplam işlenen tarım alanı yüzde 14.6 daha fazla azaldı, Toplam tarımsal üretim değeri yüzde 31.6 daha az arttı, Kişi başına tarımsal üretim yüzde 35.1 daha az arttı, Toplam sanayi girişim sayısı yüzde 12.4 daha az arttı, Toplam GSYİH yüzde 3.7 daha az arttı, Kişi başına GSYİH yüzde 74.5 daha az arttı, Ölüm sayısı yüzde 27.3 daha fazla arttı, Kaba ölüm hızı yüzde 52 daha fazla arttı.
Yine TÜİK’in 2017 yılı verilerine göre Aydın’da kişi başına düşen GSYH değeri Türkiye ortalamasının yüzde 27 altında olup, Aydın kişi başına düşen GSYH değerinin en yüksek olduğu 38’ci il olmuştur. Oysaki 30 yıl kadar önce Aydın ili ve halkının sahip olduğu GSYH değeri bakımından Türkiye’nin en ileri ilk yirmi ili arasında yer almakta idi.
TÜİK’in bu verilerinden ortaya çıkan sonuç ise şudur; Türkiye ortalama değerlerine göre: Aydın’da tarım alanları hızlı bir şekilde azalmaktadır; Tarım alanların azalması ve tarım topraklarının verimsiz hale gelmesi nedeni ile üretilen tarımsal ürünlerin miktarı ve kalitesi, toplam tarımsal ürün değerleri azalmaktadır; Azalan ve verimsiz hale gelen tarım alanlarından üretilen tarımsal ürünler ve ürün kalitesi azaldığı için çiftçilerin gelirleri azalmakta, çiftçiler yoksullaşmaktadır; Aydın’da sanayi tarıma dayalı olduğu, tarımsal üretim ve değeri azaldığı, çiftçiler üretim yapamadığı ve fakirleştiği için Aydın’da sanayi ve sanayici sayısı, sanayi gelirleri azalmaktadır; Aydın’da tarım ve sanayi işletme sayıları ile çiftçi ve sanayici sayıları, çiftçi ve sanayici gelirleri ile ürettikleri katma değer miktarları azaldığı için Aydın ili ve Aydın halkı giderek yoksullaşmaktadır; Yoksullaşan Aydın halkının sağlık güvencesi ortadan kalkmakta, cepten sağlık hizmetlerine daha fazla para harcamak durumunda kalmakta, sağlık kuruluşlarına ulaşma ve kaliteli sürekli sağlık hizmeti alma konularında sorun yaşamakta, sonuçta ise ya kronik hastalıklara yakalanmakta ve sürünmekte yada erken ve hızlı bir şekilde ölmektedir.
Bugün Büyük Menderes Havzasında var olan çevre kirliliğinin Aydın’da halkın yaşam alanlarını kirlettiği ve yok ettiği, tarımsal ve sanayi üretimini azalttığı, halkı yoksullaştığı ve sağlığını bozduğu, hastalık ve ölümlerin artışına sebep olduğu kesindir. Tüm bu kötü sonuçların hepsi ise önlenebilir sebeplerdir.
Çevre kirliliği, yoksulluk, hastalık ve ölümler Aydın halkının kaderi değildir, kader olarak da dayatılamaz. Aydın’da bu olumsuz sonuçların olumluya dönüşü önündeki en önemli engel ise merkezi ve yerel yönetimlerin kamusal irade ve tercih eksikliğidir.