İhlâs ve Samimiyet; Kulun Rabbi ile kalpte buluşmasıdır. Yani kulun her davranışta, herhâlde, hattâ her nefeste, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını aramasıdır. Bu itibarla başta ibâdetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı kasdolunarak yapılması asıldır. Bu da, ihlâs ile mümkündür. İhlâs, amelleri sırf rızâ-yı ilâhîyi kasdederek îfâ etmek ve onlar üzerine nefsânî gâyelerin gölgesini düşürmemektir. Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibarettir. Bütün amelleri ulvî bir gâyeye bağlayarak ibâdet vasıf ve derecesine yükseltmek kabildir.
Dünya ve ahiret hayatındaki güzelliklerin ortaya çıkması insanoğlunun inancı ve inancının gerektirdiği doğru şeyleri yapmakla sağlanacaktır. Yüce Rabbimizde yaratmış olduğu insanların hayatlarını güzel geçirmeleri için dinler göndermiştir. Gönderilen en son ve en kamil din olan İslam Dini, iman, ibadet ve ahlak ilkeleriyle bir bütün halinde kendisine uyulduğu zaman kişiyi dünyada da ahirette de razı olunan bir hayata götürecektir. Bütün ilkelerin yerine getirilmesinde en temel kriter ise niyettir. Yapılan herhangi bir işte sonuç ihlâs ve niyete göre verilmektedir. Kişinin niyeti iyi olduğu müddetçe yapmış olduğu işlerin neticesi iyi, kötü niyetin getirisi de kötü olacaktır.
Niyet, kastetmek, karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi, ne yaptığını bilerek yapmak anlamına gelir. Niyette kişinin kalpteki bir tercihi söz konusudur. Bu nedenle niyet, ancak sahibinin açıklaması veya davranış haline dönüştürülmesiyle belli olur. Niyet her şeyin özü ve başıdır; adeta amellerin ruhu gibidir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yayınları, “Niyet” md.)
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde niyetin önemini bizlere şöyle bildirmektedir.
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No:1)
İmanın, ibadetlerin ve ahlakın kabul olmasının en temel şartı niyettir. Nitekim kişi, imanda niyeti, Allah’ı ve O’nun iman edilmesini isteği şeye iman etmek değil de, insanlar inanıyor demesi ve inanmış gözükmesi içinse bu iman gerçek iman şekli değil hatta inanç bakımından en aşağı seviyede olan münafıklıktır. Böyle bir iman şekli Yüce Allah tarafından kabul edilmeyen bir inanç şeklidir. Amellerde ise, yapılan ibadetler yine Allah rızası niyetiyle değil de insanlar ibadet yapıyor demek içinse, bu amel şekli ise riyaya girmekte ve böyle bir amel şeklide kişiye dünya zahmetinden başka hiçbir şey getirmeyecektir. Ahlak ilkeleri de aynen böyledir. Niyetin çirkin oluşu ahlaki ilkelerinde güzelliğine sekte getirmekte ve yapana hiçbir fayda sağlamamaktadır. Cömert olmadığı halde sadece “bu adam cömerttir” desinler diye sadaka verenler ve ikramda bulunanlar sadece dünyalık ve geçici bir fayda sağlayacaktır. Ahirette ise hiçbir güzelliğe ulaşamayacaktır. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde bu hususu bizlere şöyle bildirmektedir.
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” (Şura, 42/20)
Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) Efendimizde böyle davranışlarda olan kimselerin ahirette karşılaşacakları hali şöyle bildirmektedir.
Kıyamet gününde insanların, üzerine ilk hüküm verilecek olanı şehîd edilen bir adamdır. Bu adam getirilerek ona Allah nimetlerini tarif edecek, o da onları tanıyacaktır.
— Bu nimetler hakkında ne yaptın? diye soracak; şehid :
— Senin uğrunda çarpıştım. Nihayet şehid edildim! Diyecektir. Hak Teâlâ:
—Yalan söyledin! Lâkin sen cesur denilmek için çarpıştın. Gerçekten denildi de! Buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ye yüz üstü sü­rüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.
Bir de ilmi öğrenip öğreten ve Kur'ânı okuyan bir adamdır. Bu da ge­tirilerek kendisine nimetlerini tarif edecek, o da onları tanıyacaktır.
— Bunlar hakkında ne yaptın? Diye soracak. O adam:
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızân için Kur'ânı da okudum! Di­yecek. Teâlâ:
— Yalan söyledin! Lâkin sen ilmi âlim denilsin diye öğrendin; Kur'­ânı da o kaari'dir denilsin diye okudun; gerçekten denildi de. Buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek; nihayet ce­henneme atılacaktır. (Müslim, İmare, 152)
İnsanoğlunda bulunan bütün organlardan tezahür eden davranışların güzelliği kalp güzelliğine, yani kalpteki niyetin samimiyetine bağlıdır. Gözün güzel bakması, aklın faydalı şeyleri düşünmesi, kulağın gerçeği duyması, elin iyiye uzanması, ayakların hayra yürümesi, kalbin iyi niyetine bağlıdır. Dil her halükarda konuşur, ama konuşanın niyeti doğruyu dile getirmek değil de insanların sevgisini kazanmaksa, ayette de bildirildiği üzere kendisine dünyalık istediği her şey verilir. Ama ahirette nasibi kalmaz. Bütün uzuvlarımız için bu örneklerin sayısını çoğaltabiliriz. Sevgili Peygamberimizde bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.
“Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33)
Bir başka hadiste ise Hz. Peygamber (s.a.s.) “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir” (Buhari, İman 39) buyurmaktadır.
Samimi ve ihlâsla yapılan bir niyetin insanoğluna sağladığı bir başka güzellik ise, asıl itibariyle ibadet olmayan hususlara iyi niyet sayesinde ibadet değeri katmasıdır. Nitekim yürüdüğümüz yolda bulunan taşı “Allah rızası niyetiyle” kaldırmak, yine O’nun rızası doğrultusunda helal lokma kazanmak için çalışmak, kişiyi ibadet sevabına ulaştırmaktadır. Hatta uyku bile Allah rızası doğrultusunda gerçekleştiği zaman kişi uykusundan uyanıncaya kadar ibadet yapıyor demektir. Kur’an-ı Kerimde geçen “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr, 15/99) ayet-i kerimeyi şöyle anlamamız daha doğru olacaktır. Öyle bir hayat geçir ki, ölüm sana geldiği zaman seni ibadet yaparken bulsun. Böyle bir ölümün yolu ise ibadetlerimizi Allah rızası için yapmakla mümkündür. Allah rızası niyetiyle hayatın hangi alanında olursa olsun yapılan işler kişiyi ibadet yapıyor mertebesine ulaştıracak ve böyle bir ölüm ise, ibadet yaparken ölmek anlamına gelecektir.
Niyet o kadar değerlidir ki, bir şey niyet edilip yapılmasa dahi bu sebeple kişi Allah katında sevap kazanmaktadır. Şöyle ki, Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No:12)
Günlük hayatta yapmış olduğumuz her işi ihlas ve samimiyet içinde yapmalıyız. İnsanlardan menfaat gözetmek için işleri yerine getirmek bir Müslüman’a yakışmayacak davranış şekillerindendir. Çünkü inanan bir kişi hayatında yapmış olduğu bütün işlerle beraber, ibadetlerinde de Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz.