Her medeniyet değerlerinin kendi insan prototipi vardır. Örneğin batı medeniyeti denildiğinde zihninizde nasıl bir insan profili canlanıyorsa, kendi medeniyet insanımız için de hemencecik çok iyi bildiğimiz bir insan modeli canlanır zihnimizde. Çok kaba bir tanımlama ile batı medeniyeti insanı,hakikati parçalayarak incelemeye, doğu medeniyeti insanı ise hakikati bütünleyerek anlamaya çalışır. Nedir kendi medeniyet insanımızın çerçevesi?diye sorduğumuzda şu özellikleri sıralamak mümkündür: Beyinde ayna nöron sistemleri hayli gelişmiş olduğu için aşırı empatik ve merhametli, diğerkam, cömert,paylaşmayı seven,sabırlı ama fevri özellikleri hemen her zaman patlamaya hazır bomba gibi,bilge/yetgin/kamil insanlara meftun yani onlarla sohbeti,ilgilenmeyi çok seven,manevi değerleriyle bir şekilde irtibatlı, organizatör ruhlu,imkanlar eline verildiğinde her konuda dünyaya açılacak kadar hayli başarılı, bilime-araştırmaya çok meraklı, teknolojiyi ifrat düzeyde süper kullanan, hakikati her daim arayan, tilki zekalı,suistimal etme potansiyeli çok yüksek, kervanı yolda düzen,yaşadıklarından çok hızla ders alan,Kudreti Sonsuzla irtibatı hiç koparmayan ve yaşlandıkça bilgeleşen özellikler, aklıma bir çırpıda gelen kendi medeniyet insanımıza ait özellikler… Şimdi ise öncelikle doğuştan gelen biolojik her insan tekinin orijinalliği konusunda birkaç bilimsel gerçeğe değinelim. Sadece tıbbın makro bakış açısıyla fizyonomik yönden, makroskobik ve mikroskobik anatomi yönünden irdelendiğinde bile her insan tekinin orijinalliği , biricikliği alenen farkedilir. İnsanlık tarihinde gelmiş geçmiş kaç insan yaratılmış ve ölmüştür bilinmez ama hali hazırda yedi buçuk milyar civarındaki insanın hiçbiri bir diğerine benzememektedir. Örneğin bir çok cerrah, adını çok sık duyduğumuz apandisit ameliyatıyla çıkarılan en basit zannettiğimiz Appendiks’ in yerleşiminin ve boyutunun her insandaki, farklılığını dile getirir.Ayrıca birçok damar yapıları, bazı organ sayıları, beyin kıvrımları, parmak izleri, retina (göz) hücreleri ve diğer aynı olduğunu zannettiğimiz başka yapıların birçok varyasyonları (her bir insandaki çeşitliliği)vardır. Yani Yaradan orijinal yaratmıştır her bir “gözbebeğim” dediği insanı.. Peki karakter ve şahsiyet açısından durum nasıldır? İlahi fıtratla bembeyaz bir sayfa gibi fabrika ayarlarında yaratılan insan(sıbğatullah=Allahın boyası), dünya formatına indirildiğinde bu sayfayı alabildiğine kirletir nefsinin şerri ile.Hakikati, dünya formatı yaşantısıyla habire örter de örter. Mevlana’nın öğrencilerine yaptığı sohbetlerinin derlendiği Fi Hi Mahi adlı eserde şöyle geçer: “Her Meryem’in İsa’sı vardır, hakikat sancısı çeken mutlaka İsa’yı (Hakikat çocuğunu)doğurur, hakikat sancısı çekmeyen ise İsa’yı doğuramadığı gibi bi-behre kalır(kozada tırtıl olarak yaşamaya devam eder,kelebek olamaz). Yani demem o ki, güzelliğe kavuşmak,öncelikle sancı çekmeyi sonra da bedel ödemeyi gerektirir. Yolculuğun daha anne karnında başladığını düşünürsek, geçirilen merhalelerin (anneden kaynaklanan psikojen ve fiziksel travmalardan başlarsak) çok çeşitliliğini ve yetiştiği aile ortamının ve bireylerinin hafızasında yer ettiği sayısız olumlu ve olumsuz etkiyi, okul hayatının üzerindeki etkileri, sosyal ilişkilerinin ve çocukluktan çıkıp ergenlik, evlilik, orta yaş, kendi çocukları ve torunları ve hakeza kendi anne babasıyla ilişkileri, iş yaşamının karakter-şahsiyet oluşumundaki etkileri o kadar çok fazladır ki, beyinde anne karnından itibaren oluşmuş bu data-bank(otomat veri tabanı), yaşadığı her tecrübeyle sürekli kendini günceller ve beynin bu otomat hafızası an be an değiştirir (beynin plastisite yeteneği)kendini... Yani şunu demek istiyoruz, her aynı olay ve durumda, insanların çoğunluğu benzer-ortak tepki ve davranışı sergilese de aslında “medeniyet değerlerini kaybetmemiş” insanlar her hadiseye daima sorgulayarak, tartışarak, olayların hikmetini anlamaya çalışarak, daha evvelki yaşadığı tecrübelerle irtibatını kurarak daima farklı, otantik ve orijinal yaklaşırlar... Kudreti Sonsuz, Asr suresinde, büyük çoğunluğumuzun gaflet/hüsran da olduğunu belirttiği gibi, büyük çoğunluk (na-makbul insan) hayatı organizmaya indirgediği ve yaşamını idame ettirebilmek için daima taklit ehlidir, her konuda, etrafına sunacağı orijinal/dik duruşu yoktur, kabuk görüntüyle yaşar, içini dolduramaz, sanal olanı seçer, imaj parlatır ve dolayısıyla en küçük acı olay bela,sıkıntı veya hastalıkta yıkılır gider. Oysa “medeniyet değerlerini özümsemiş insan” ne yapar? hemen karşılaştığı sorun konusunda önce kendini siğaya çeker(sorgular) ve sonra tecrübeli bir dost veya arkadaşıyla irtibat kurar ve çaresizliğini acizliğini güzelce kabul edip Sonsuz Kudrete dayanıp ondan yardım ister, çözüme odaklanır ve olayın akut dönemi yatışıp sorun çözülmeye yüz tutunca hızla bu hadisenin hikmetlerini, neden bu olayla karşılaştığını sorgulayıp yaşadığını hem kendisine hem de dostları için birikmiş sermayeye dönüştürür(her an karşılaşacağı hayat sürprizinde heybesindeki tecrübeyi karşılıksız paylaşacağı günü bekler sabırsızca). Ecdad gibi “Bu da geçer ya hu” deyip sukunetle ve şüphe duymaksızın inşirahın geleceği zamanı kollar…İşte bu güzel niyetleri orijinal,otantik olan insanı, hem Yaradan nezninde hem O 'nun kulları gözünde makbul(medeniyet) insan(ı) haline getirir. ( devam edecek )