Kıymetli dostlar merhabalar, Uzunca bir aradan sonra kaleme aldığım bu yazım gerçekten uzun oldu. Bu nedenle sayın yazı işleri müdürüm de uygun bulurlarsa yazımı birbirini takip eden üç bölümde sizlerle paylaşmak isterim. Bu yazımla, 1980 yılından itibaren ibret alarak yaşadığım ve hayret duygularımı 1985 yılında zirve yaptıran; merhum babam Tokuçların Hayri bey’in vasiyetini tutmamama, canım ülkeme ve güzel insanlarına hizmet etmeme vesile olan, dünya görüşleri şahsımla hiç örtüşmediği halde “Nasıl bilim insanı olunur?” sorusunun cevabını şahsiyetlerinde bulduğum örnek bilim adamları çok değerli hocalarımdan bahsetmek ve huzurlarınızda bir kere daha kendilerine minnettarlığımı ifade etmek istedim.  Yıl 1983. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünden, ikmale (bütünlemeye) kalmadan “iyi” derece ile mezun olup, “Orman Mühendisi” oldum. Babam rahmetli o kadar çok sevindi ki, anlatmam mümkün değil. Babam, okuyamamanın ezikliği ile geçirdiği yılları gerilerde bırakmanın, üniversite mezunu bir evlada sahip olmanın haklı kıvancını doya doya yaşarken; ben, ikmale kalmadan mezun oldum, artık babama yük olmayacağım diye seviniyordum.  Nasıl sevinmem; son sınıf, ikinci dönem vize imtihanları öncesi geldiğim Kuyucak’tan İstanbul’a dönerken annem, “Oğlum sakın ikmale kalma. Baban parasızlıktan kahveye çıkamaz hale geldi.” diye sıkı sıkıya tembih etmişti.    Aydın’da, bilhassa ilkbahar, yaz aylarında, genellikle kahveye çıkılır, arkadaşlarla, dostlarla oturulur; birlikte hem çay, kahve, oralet, gazoz içilir hem de şuradan buradan muhabbet edilir; masadan ilk ayrılan ya da birlikte kalkılınca, daha önce ödeme yapmayan, içilenlerin parasını ödemek, şehirde giderek azalsa da kırsalda hâlâ uygulanan geleneklerimizdendir. Ödenecek para, babam gibi eşi dostu fazla olanlar için yekûn tutar, az para değildir. Rahmetli babam aldığı mütevazi maaşının en az yarısını bana gönderir, geriye kalanla da hem kira öder hem de üç kişilik ailesinin giderlerini karşılardı. Doğal olarak, sevenlerine çay-kahve ısmarlayacak kadar cebinde para kalmadığından, kahveye çıkamaz olmuştu. Babama, “hemen bir iş bulup çalışmaya başlayacağımı, artık kendisine destek olmak istediğimi” söylediğimde, hiç beklemediğim bir tepki ile karşılaştım. “Sizin okulun yükseği yok mu? Senin yüksek mühendis olmanı, hatta okulda kalıp hoca, profesör olmanı istiyorum. Sen inşallah profesör olacaksın, güzel bir araba alacaksın, sen süreceksin ben de önde oturacağım. Kuyucak’ta havamızı atacağız oğlum.” sözlerini her hatırlayışımda, şimdi olduğu gibi göz yaşlarıma hakim olamam, için için ağlarım…  Sözün kısası makbul derler. Ben itiraz etmeye kalkınca, “Seni dört yıl okutan eş… oğlu eş…. iki yıl daha okutur. Gideceksin yüksek yapacaksın. Fakat sakın ikmale kalma.” demişti. Uzatmayayım; ormancılığın olmazsa olmaz disiplinlerinden silvikültürde (orman yetiştirme) yüksek lisans yapmaya karar verdim ve Silvikültür I, Silvikültür II, Orman Bakımı kitapları ile Fidanlık ve Ağaçlandırma Tekniği, Kavak Yetiştiriciliği ders notlarımı, önsözlerinden başlayarak baştan sona en az üçer defa okudum. İmtihana başvurdum ve zamanı gelince sınava girip kazandım. Sınavda 94 almıştım ve benden sonra alınan en yüksek not 76 idi.  1983 yılının galiba ekim ayında, yine İstanbul’da, bu defa silvikültür bilim dalında yüksek lisans öğrenimim başladı. Bir yıl çok çabuk geçti. Dersleri alırken 1984 yılında Orman Bakanlığı meslek sınavı açtı. Sınavı kazandım. Aldığım yüksek lisans derslerinin sınavlarını da geçtim, Merhum Prof. Dr. Tolgay ODABAŞI hocamdan yüksek lisans tez konumu aldım.  Final sınav döneminde, çok sevdiğim ve kendime örnek aldığım hocalarımdan Sayın Prof. Dr. Melih BOYDAK’ın ders arası sohbetlerimizden birinde, bana “Sen mutlaka doktora yap ve fırsatını bulduğunda mutlaka asistan ol ya da ormancılık araştırma enstitülerinden birinde uzman olarak göreve başla.” sözüyle birlikte, asistan olmayı da düşünmeye başladım.  Nazilli’ye geri döndüm. Hemen Kuyucak Orman Bölge Şefliğinden tanıdığım ve her zaman mesleğimde ustam olarak gördüğüm, her yer ve zamanda da bunu övünerek söylediğim, Emekli Ağaçlandırma Genel Müdür Yardımcılarından Sayın Necati C. beyin, Müdür Muavini olarak çalıştığı Isparta Sütçüler Orman İşletme Müdürlüğünde, Temmuz 1984’de sözleşmeli mühendis olarak işe başladım. Sütçüler’de hem çalışıyor hem de tezimi hazırlıyordum.  Merhum Prof. Dr. Suad ÜRGENÇ hocam, tez çalışmalarımı görüşmek üzere İstanbul’a yaptığım bir seyahatimde bana, “Musa bizde kadro açılması mümkün görünmüyor. Sen Trabzon Orman Fakültesinde öğretim üyesi Doç. Dr. Zeki YAHYAOĞLU beye bir mektup gönder. Bizden de bahset ve yanında asistan olmak istediğini belirt.” dedi. Zaten babam da ısrarla Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesinde asistan olmam için gerekenleri yapmamı söylüyordu. Bunun üzerine hemen, Doktora Babam Prof. Dr. Zeki YAHYAOĞLU hocama durumumu anlatan bir mektup yazdım. Hocam da sağ olsunlar, kısa bir süre sonra, 1985 haziran ayında yazdığı mektupta, “…… tarihleri arasında Güneş Gazetesinde ilan çıkacak. Takip et, bizimle de irtibatı kesme.” yazmıştı. İlan çıktı, ben hemen bir telgraf çektim ve müracaat için Trabzon’a geleceğimi haber verdim. Ardından da yola çıktım.