Nihayet sınav günü geldi çattı. Sabahleyin merak ve heyecan içinde Fakülteye vardık, sınav yeri, ismini hatırlayamadığım dekan yardımcısı hocamızın makam odasıydı. Aynı sınava gireceğimiz A. Ö. sınav yerine benden önce gelmişti. Odada ayrıca İstanbul Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü 1985 mezunu Lokman A., Mustafa F. T., Mustafa V., Refik K. ile Trabzon Orman Fakültesi Orman Endüstri Mühendisliği Bölümünden ismini sonradan öğrendiğim Ümit C. Y. arkadaşımız da sınava girmek için bekliyorlardı. Bu arkadaşlarımın hepsi bugün alanında parmakla gösterilen birer Profesör bilim insanıdır. Kısa bir süre sonra sınav jürisi hocalarımız geldiler. Önceden hazırlanmış soruları bizlere dağıttılar ve sınav süresi 90 dakika diyerek sınavı başlattılar. Bugün girmiş gibi hatırlıyorum. Sınavda her biri yirmi puanlık beş soru sorulmuştu. Sorular hatırımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: 1.   5+0 Doğu ladini fidanı üretimi yapılacak bir fidanlık için gerekli rotasyon planına örnek veriniz. 2.   Ağaçlandırmalarda dikim aralık -mesafesine etki eden faktörleri yazınız. 3.   Normal kapalı saf sarıçam meşcerelerinde doğal gençleştirme nasıl yapılır? Anlatınız. 4.   Normal kapalı bir kızılçam meşceresinde doğal gençleştirme nasıl uygulanır? Anlatınız. 5.   Ormancılık Araştırma Kurumları Birliği tarafından hazırlanan gövde sınıflamasını şekil çizerek gösteriniz. Alçak aralama dereceleri hakkında bilgi veriniz. Birinci soruyu okuyunca şok geçirdim. Soruları hızlıca tekrar okudum. Biz rotasyon planını, örnek bir plan üzerinde kabaca öğrenmiştik. Nasıl hazırlandığına ilişkin hiç bilgim yoktu. Bu soruyu hayatta cevaplandıramazdım. Ve Trabzon’da ilk hayat dersimi aldım: Yıllarca beklediğim bir sınavı lehime çevirmek istiyordum. İstanbul’da aldığım eğitimin benzeri (Fakat kesinlikle aynısı değil!) Trabzon’da, veriliyordu ve ben bu bilgileri veren Trabzon’daki Hocalarımızın yapacağı bir sınavda, O’nların öğrencisi ile yarışacaktım. Trabzon’da üç gün fazladan kalmıştım ve bu zaman zarfında, Trabzon’da İstanbul’dan farklı neler anlatılıyor diye hiç düşünmemiştim. Bu, telafisi artık imkânsız, çok vahim bir hataydı. Sınava 80 puanlık sorularla devam etmek mecburiyetindeydim. Diğer soruları, neredeyse hiç eksiksiz cevaplandırdım. Dördüncü ve beşinci soruların cevaplarını çok çok iyi biliyordum. Çünkü Sütçüler’deki kızılçam ve karaçam ormanlarında bunların defalarca uygulamasını yaptırmıştım. İkinci soru, İstanbul Orman Fakültesinde de çok sık sorulan sorulardandı. Sarıçam sorusu ise, yüksek lisans derslerinden Doğal Gençleştirme Yöntemleri dersinin final sınavında sorulmuştu.       Sınavın sonlarına doğru Zeki hocam sınav yerine geldi ve masaları dolaşarak verdiğimiz cevaplara göz gezdirdi. Benim birinci soruya hiç dokunmadığımı görünce, nedenini sordu. Ben ne lisans ne de yüksek lisans derslerinde böyle bir soru ile karşılaşmadığımı söyledim. İkinci soruya verdiğim cevabı kontrol etti. Ben “Ağaçlandırma alanlarında kaliteli fidan kullanılırsa, aralık-mesafe gevşek tutulabilir.” yazmıştım. Gülümseyerek “Gevşek ne demek?” diye sordu. Ben “seyrek” dedim. Gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Sınav bitti. Soru ve cevap kâğıtlarını topladılar. Sonuçları, okuyabilirlerse akşama doğru, okuyamazlarsa yarın açıklayacaklarını söyleyerek odadan çıktılar. A.   Ö. yanıma geldi. Kaç soruya cevap verdiğimi sordu. Ben dört dedim. O “Ben hepsini cevapladım.” deyip, kendinden emin bir şekilde arkadaşlarıyla birlikte yanımdan ayrıldı. Sonuçlar akşam üzeri, panoda ilan edildi; fakat aldığımız notlar yazılmamıştı. Sadece “Başarılı” ve “Başarısız” yazılıydı. İkimiz de başarmıştık ve mülakata çağrılıyorduk. Ertesi gün, mülakat öncesi erkenden İdris’in odasına geldim. Ayağımda ütüsüz bir pantolon, sırtımda ütüsü kalmamış bir gömlek ve üstüne giydiğim vişne rengi bir derimont vardı. Gömleğin bir değil üç düğmesi açıktı. Orman Amenajmanı kürsüsünün asistanı Kayhan arkadaşım İdris’in odasına geldi. Bana baktı, merakla sordu: “Musa sen böyle mi mülâkata gireceksin?” “Evet, elbise olarak yanımda sadece bunlar var. Ne yapayım?” “Ceketin, kravatın yok mu arkadaşım?” “Maalesef yok.” “Olur mu böyle? Takım elbise giyip, kravat takıp gelmeliydin? Yılmaz hocam da, Cemil hocam da böyle isterler.” “Peki şimdi ben ne yapayım?” “Gel yanıma, hiç olmazsa gömleğinin düğmelerini ilikliyeyim. Sadece ilk düğme açık olacak. Montunun da önünü kapatalım. Saçlarını da güzelce tarayalım. Eh işte. Birazcık da olsa hazır sayılırsın. İçeriye girince “Merhaba hocam” de ve “Hemen peşinden de “Hocam mülakata nasıl gireceğimi bilemediğimden hazırlıksız geldim. Kıyafetim için özür dilerim dersin.” diyerek beni güzelce uyardı. Evet, mülakat sabahı, bu defa Kayhan arkadaşım bana güzel bir ders vermişti. O gün bugündür, çok yakın bir yere de gitsem, mutlaka bavulumu yanıma alırım ve içinde bir kat temiz giyeceğim mutlaka olur. “İnsana ne, nerede, ne zaman ve kaç tane lazım olur?” sadece Allah bilir. Siz, siz olun, tedbirli olun. Az sonra A. Ö. içeriden çıktı; üzgün bir hali vardı ve selam verip uzaklaştı. Beni çağırdılar. İçeriye girdim ve Kayhan’ın tembihlediklerini aynen yaptım. Cemil hocam hızlıca soruyor; daha cevabımı tamamlamadan diğer sorusuna geçiyordu. En sonunda silvikültürün geniş bir alan olduğunu belirtip, hangi konuları çalışmak istediğimi sordu. Ben bakım ve doğal gençleştirme konularını sevmediğimi, fidanlık, tohum, ağaçlandırma ve mümkün olursa özellikle ıslah çalışmak istediğimi söyledim. Cemil hocam, biraz da sinirlenerek “Olur mu öyle şey Musa? Sen silvikültür kürsüsüne asistan oluyorsun. Silvikültür bir bütündür. Orman Bakımını da Silvikültürü de Ağaçlandırmayı da anlatacağın zaman olacak.” dedi. Ben yine devam ettim. “Hocam haklısınız, fakat ben bakımı, silvikültürü sevmiyorum. Ben fidanlık, ıslah çalışmak istiyorum.” Sonra Yılmaz hocam “Musa oğlum, sen buralı değilsin. Ya hoca olduğunda bırakıp gidersen, bizim emeklerimiz boşa gitmez mi?” diye sordu. Ben “Hocam ben buraya hoca olmaya geldim. Zaten buradan evleneceğim ve burada kalacağım.” dedim. Yılmaz hocam Zeki hocama dönerek “Zeki, Muğlalıyı aldınız. İlk fırsatta çekti gitti. Siz bilirsiniz. Benim başka sorum yok.” dedi ve sözü Zeki hocama bıraktı. Zeki hocam bana gülerek baktı ve demek “gevşek ha“ dedi. Hepimiz gülümsedik. “Seyrek yerine siz ne diyordunuz. Bir daha söyle bakayım.” Ben “gevşek hocam” dedim. O yine gülümseyerek “Ne demek gevşek hocam. Trabzon’dan gevşek adam çıkmaz.” Yine gülmeye başladı. Daha sonra “Benim başka sorum yok.” dedi. Cemil hocamın “Musa az dışarda bekle. Seni çağıracağız.” sözü üzerine dışarıya çıktım. Benim için uzun sayılacak bir süre geçti ve içerden Cemil hocamın seslendiğini duyduk. “Musa, içeriye gel oğlum”. Yılmaz hocamın odasına girdim. Üç hocam da ayağa kalktı. Yılmaz hocam, “Musa oğlum, hayırlı olsun. İkiniz de kazandınız. Fakat sen yüksek lisans yapmakta olduğundan ve ilanda da yüksek lisans yapmış veya yapan tercih edilir diye bir açıklama yapıldığından seni başarılı bulduk. Tekrar hayırlı olsun evladım.” dedi ve elini uzattı. Ben yüzüm yine kıpkırmızı olmuş halde hem teşekkür ediyor hem de hocalarımın elini sıkıyordum. O kadar çok terlemiştim ki, anlatamam. İzin isteyip odadan çıktım. Arkadaşlarım merakla sonucu bekliyorlardı. Hafif sesle “Kazanmışım” dediğimi hatırlıyorum. Hepsi bana sarılıp tebrik ettiler. Ben telgraf çekmek için izin istedim ve giriş katına indim. Baktım, Yılmaz, Cemil ve Zeki hocam dış kapıdan önceki iki basamaklı merdivenden iniyorlar. Arkamdan “Cemil kim kazandı?” diye bir ses geldi ve hızla yanımdan geçerek hocalarıma yetişti. Soruyu soran Rahim hocamdı. Cemil hocam, “Rahim ikisi de kazandı, fakat Musa master tez aşamasında olduğundan onu aldık.” dedi. Rahim hocamın kapıdan çıkarlarken şöyle dediğini duydum: “Ne olduğunu bildiğiniz kendi öğrencinizi alsanız daha iyi olmaz mıydı? Musa terbiyeli bir çocuğa benziyor. Ancak tanımıyoruz.” Başka neler konuştular bilmiyorum. Çünkü hocalarım kapıdan çıkıp gözden kayboluncaya kadar bekledim. Sonra koşar gibi hızlı hızlı yürüyerek, kapanmadan PTT’ye vardım. Tabi ki , büyük bir sevinçle ve zaman da kalmadığından hızlı bir şekilde yazıp, babama şu telgrafı çektim: “Babacım imtihanı kazandım. Sözüm söz. Profesör olacağım. Şenol” Altı ay geçmeden A. Ö. için de kadro ilan edildi ve sadece mülakata girerek, o da Silvikültür Anabilim Dalına araştırma görevlisi olarak atandı. Ben İstanbul Orman Fakültesi’nde lisans ve yüksek lisans öğrenimimi yaparken Silvikültür Kürsüsü, Orman Botaniği ve Peyzaj Mimarlığı ile Silvikültür ve Ağaçlandırma Bilim Dallarından oluşuyordu. Trabzon Orman Fakültesi’nde ise Orman Botaniği ile , Silvikültür ve Ağaçlandırma Bilim Dallarından oluşmuştu. Şimdiki gibi ayrı anabilim dalları değildi. Bu nedenle, A.Ö. Orman Botaniği Bilim Dalında görevli Yrd. Doç. Dr. Ziya GERÇEK hocamızın yanında göreve başladı. Yıllar sonra A.Ö.’in bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Sınavda seni geçtim diye sakın övünme. Aramızdaki fark sadece iki puanmış. Sen 78 almışsın, ben 76”. Şimdilerde düşünüyorum da Cemil, Zeki ve Yılmaz hocalarım ne kadar adaletli kâğıt okumuşlar. Evet ben dört soruya cevap vermiştim. Yani sınav sorularının hepsinden tam not alsam bile notum ancak 80 olabiliyordu. Ve bana verdikleri not 78’di. İsteseler bana 70, hatta altında, A.Ö.’ye 80 veya üzerinde bir not verip, beni rahatlıkla eleyebilirlerdi. Fakat yapmadılar. Çünkü onlar örnek bilim insanlarıydı… Yazacak çok şey var. Rabbim nasip eder inşallah… (01/02/2023 ve 28/02/2023 tarihli yazılarımın devamıdır.)