Daha önce de yazdım, yine yazacağım ve yazmaya da devam edeceğim. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan 83 milyon olarak yaşadığımız coğrafyanın kıymetini anlayabilmiş değiliz. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın değerini ecnebiler kendi aralarında sohbet ederken Türkiye için “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” diyerek belirtiyorlar.
Biz henüz 100 yıl önce işgal görmüş bir ülkeyiz. İşgal sırasında özellikle Ege Bölgesinde yaşayanlarımız ne tür ihanetler ne tür zulümler görmüşler usta yazarlar Sabahattin Burhan ve İbrahim Kiraz kitaplarında anlatıyor. 16 yaşında nişanlı bir genç kız iken 27 Mayıs 1919 da Yunan askerlerinin Aydın’ı işgal etmesi üzerine mavzeri omzuna asarak birkaç gün içinde Çete Ayşe’nin dolayısıyla Yörük Ali Efe’nin himayesinde Köşk Cephesinde Yunanlılara karşı savaşan ve bu savaşta sürekli rütbeli düşman askerlerini vuran “Milli Mücadelenin Tek Kız Efesi Çiftlikli Kübra Efe” diyor ki; İşgale uğrayacağımız bizim hiç aklımıza gelmiyordu ama bir anda uğradık. Gelecekteki insanlarımızda (İşgale uğramayız) diye düşünmesinler, bir anda uğrayabilirler, bu nedenle genç kızlarımız bir elleriyle oya yaparken, diğer elleriyle silah tutmalıdırlar.
Dünyanın en netameli ve en önemli belki de en zengin coğrafyasında yaşamanın elbette bedeli var. Biz dün bu bedeli ödedik, bu gün de 40 yıldır verdiğimiz Şehitlerle ödüyoruz, (Yüce Allah Şehitlerimize rahmet eylesin inşallah) ve ödemeye de devam edeceğiz. Ama bir gerçek var ki çevremizde, sağımızda, solumuzda, güneyimizde, kuzeyimizde, okyanus ötesinde ve okyanus berisinde bu kadar çok düşmanımız varken 5 yaşında çocuklar bile bilir ki bizim için en önemli şey birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmektir.
Şöyle bir dönüp bakalım yaklaşık 40 yıldır ülkemizi bölmeye çalışan bir PKK terör örgütü var. Bu örgütün içinde kutsal vatan topraklarımızı bölmek için çalışan militanların bir bölümünün yakalandıktan yada öldürüldükten sonra boyunlarından haç çıkıyor mu? Çıkıyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da PKK ile savaşan güvenlik güçlerimiz bunun şahididirler. Peki on yıllardır ülkemizi bölmeye çalışan bu terör örgütünün Moskova’da bürosu var mı? Var. Peki aynı terör örgütünün yan kuruluşu PYD ile ABD işbirliği yapıp onlara binlerce TIR, 300 uçak dolusu silah verdi mi? Verdi. Hatta ABD bu şer örgütünün en az 70 bin militanını silahlandırıp Türkiye’ye karşı eğitti mi? Eğitti. Hatta şu anda kim ne derse desin bir CIA Projesi olarak ülkemize postalanan milyonlarca Suriyeli’nin boşalttığı topraklarda kürt devleti adı altında ikinci bir İsrail Devleti kuruluyor mu? Kuruluyor. Malum birincisi Kuzey Irak’ta Barzani tarafından kurulmuştu.
Peki Almanya, Fransa, İsviçre, İngiltere dahil hemen tüm Avrupa ve NATO Ülkelerinde PKK’lılar bizim gurbetçilerimizden daha da özgür bir şekilde faaliyet gösterebiliyorlar mı? Elbette gösteriyorlar. Peki çevremizde komşu ülkeler dahil kaç tane dost ülke var. Ya da dost ülke var mı ki?
Benim gördüğüm tüm bu şerait içinde bizim 83 milyon birlik ve beraberlik içinde yek vücut olmamız gerektiğidir.
Peki hukuk devletlerinde “Masumiyet Karinesi” denen bir olgu vardır. Nedir bu? Her hangi bir suçlu mahkemede suçu ispatlanıncaya kadar suçsuzdur. Peki “Elhamdülillah Müslümanım” deyip başını secde den kaldırmayan bazı siyasetçilerimizin kendileri gibi düşünmeyen her kesi terörist yada vatan haini ilan etmesini nasıl değerlendirmek lazım. Benim merak ettiğim bu siyasetçiler her gün ayrı bir iftira attıktan sonra nasıl Hakkın huzuruna çıkıp alınlarını secdeye koyabiliyorlar. Rakiplerinizin terörist yada vatan haini olduğuna dair elinizde mahkeme kararı yada her hangi bir delil var mı? Yok, varsa seçmenle paylaşırsınız zaten. Belgesiz çamur atmanın adı İftiradır. İftira attıktan sonra “Ben Müslümanım” demenizin bir anlamı kalmıyor artık.
Sonra bizde bir atasözü vardır bilirsiniz. Ne demiş atalarımız “İmam osurursa, cemaat s….r.” Anlaşıldı umarım. Tepedeki siyaset adamlarımız rakiplerine sözlü de olsa kin ve nefretle saldırınca, tabandakilerin birbirini vuracak kurşunu kalmıyor. Bu ülkeyi karşılıksız seven, aklı selim düşünen tüm vatanseverlerin benim gibi düşündüğünden eminim. Özellikle sosyal medyada tartışmalar aşırı boyutlarda. Her kes saldıracak birilerini arıyor.
Evet ülke olarak bazı sıkıntılarımızın olduğu yönetenlerin bu sorunları çözmede yeterince başarılı olamadıkları bir gerçektir. Çözüm yolları da bellidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde üretime dayalı olmayan bir ekonominin ayakta kalma şansı yoktur. Hele bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde. Bizim düze çıkabilmek için tez zamanda üretim ekonomisine dönüş yapmamız gerekiyor. Kendi aramızda birliği ve bütünlüğü sağlayıp, halkımızı yerli üretime ve yerli tüketime hazırlamamız gerekiyor. Hani yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalıydı? Türkiye üretmek, ürettiği için Pazar bulup satmak, para kazanıp borçlarını ödemek zorundadır.
Efendim sanayi üretimi yaparsak, fabrika açarsak Amerika kızarmış, Avrupa izin vermezmiş. Bu saatten sonra Türkiye her şeyi Türk gibi, Türk’e göre yapmak zorunda. Aslımıza rücu etmemiz gerekiyor. Ne Avrupa’sı ne Amerika’sı, biz bu ülkeyi yolda bulmadık. Başımız dik yaşamak istiyorsak birbirimizi kırıp dökmekten vazgeçmeli hoşgörü dilini öne çıkarmalı, tez zamanda birliği ve bütünlüğü sağlamalıyız. Unutulmaması gereken bizim kültürümüzde “Affetmek Büyüklüktür.” Yoksa kullanılan bu nefret dili ve nefret söylemleri birliğimize ve bütünlüğümüze zarar vermeye devam edecek. Özellikle tarımda yerli tohuma dönmeli, tarımla ilgili kendi üreticimizi rahatlatacak politikalar geliştirmeli, ve halkımızı ABD ve Avrupa Çiftçisinin pazarı olmaktan çıkarmalıyız. Çünkü bizim bizden başka dostumuzun olmadığı ortada, kimseden bir şey beklemeden ne yaparsak kendimiz yapacağız.
Allah muhafaza Çiftlikli Kübra Efe’nin dediği gibi bir anda kendimizi felaketin ortasında bulabiliriz. Tüm sorumlulara sesleniyorum, eminim sizlerde benim bildiklerimi fazlasıyla biliyorsunuz. Lütfen, sizden ricam her santimi Şehit kanları ile sulanmış kutsal vatan topraklarının üzerine kurulu Cennet Ülkemize yazık etmeyin.
Selam ve Saygılarımla.