Herhangi bir konuda bir şeyler yazmak maharet işi. Kimin bu işi ne kadar becerebildiği ise okuyucularının takdiri. Sonuç olarak kişi kendi dünyasından dışarıya bir ayna tutmakta yazdıklarıyla. Bu aynaya kimlerin baktığı, nereden baktığı yazılanla anlaşılanı bambaşka kılabiliyor. Bizim çocukluğumuzda lunaparklar vardı. Orada sihir aynalar diye bir bölüm olurdu. O sihirli aynalar karşısına geçeni şekilden şekile sokardı. İşte yazmakta bunun gibi bir şey gibi geliyor bana. Yazılan şey ister bir hikaye, ister bir şiir, ister bir makale, isterse böyle bir köşe yazısı olsun. Benim için yazar dediğin kişi kelimelerle dans edebilmeli. Kelimelerle oynamalı, onlarla dalga geçebilmeli. Bunun aslında en güzel alanı şiirdir. Eskiden bizimde bir kaç satır karalamışlığımız vardır. Dünyaya gelmiş her insanın bir hayal dünyası vardır. Yazılanların bir çoğuda ister istemez bu hayal dünyasından süzülür gelir. İnsanoğlunun abartıyı sevmesi doğasının gereği ya, işte hayal dünyasıda bu abartıyı sanat haline getirip kelimelere döker. Ben şahsen iyi yazmak için imla kurallarına uymanın, çok doğru ve düzgün Türkçe kullanmanın şart olduğuna inanmıyorum. Bence anlatmak istediğiniz şeyi en doğru ve etkileyici kelimelerle alıcısına geçirmek için yazarın heybesinin dolu olması gerek. Peki bir yazarın heybesini ne ler doldurur. Olmazsa olmaz şart çok okumaktan geçiyor. Farklı alanlarda farklı kişilerce yazılmış bir çok şeyi, belli süreliğine değil devamlı okumak gerekiyor. Bu isterse dünyaca ünlü bir kitap olsun, isterse hiç beklemediğiniz anda karşınıza gelen bir gazete sayfası. İyi yazmak için iyi okumak gerek. Dikkat edin iyiyi okumak demiyorum iyi okumak demek. Çünkü bir kişi aklındakileri yazıya dökmüşse eğer, birilerine anlatmak istediği bireyler vardır mutlaka. Bunu nasıl yapacağını ise yalnızca o yazar belirler. Okuduğunuz herhangi bir şeyin iyi yada kötü olduğuna karar vermek okurun haddi değildir bana göre. Çünkü yazar neyi, nasıl yazmış olursa olsun, okuyan kendini o satırların içine sokar. Onun okuduğu onun anladığı kadardır. Türk insanının çok okumadığı söylenir, geçmişten günümüze hep cehalet zinciri geçirilmiştir bizim insanımızın boynuna. Bence bunun ana sebebi yazarın anlatmak istediğini karşısındaki farklı algılamasından duyduğu rahatsızlık yatmakta. Yazar ister ki her okur onun anlatmak istediğini anlasın. Ama bence güzel olan bu değil. Bence güzel olan yazarın yazdıklarını okuyan herkesin, okuduğu her cümlede o yazıyı kendi iç dünyasına evirebilmesidir. Bir yazıda binlerce farklı hayat canlanabilmelidir. Herkes o yazının eksiklerini okurken tamamlayabilmeli, içine kendine ait bir şeyler katabilmelidir. Türk insanının genel olarak cahil görülmeside bence beş satır kitap okuyup, üç satır yazı yazanların okuyucularını kendine evirme niyetinden kaynaklanmaktadır. Yıllarıdır çözülemeyen “Sanat sanat için midir? Sanat toplum için midir?” Sorusunun yanıt bulamaması da aynı bu sebepledir. Bir eserin sanat eseri olup olmadığına entellektüel zibidiler karar vermemeli. Çünkü bu zibidiler her alanda önde olmak ve karar mekanizmasını kendi ellerinde tutma egoistliği içindedirler. Sonuç her ne olursa olsun, zaman her zaman değişkendir ve bu fikirleride sürekli değiştirip geliştirmektedir. Tarihin tozlu sayfalarında ise zibidilerin değil gerçek sanatçıların eserleri yer almaya devam edecektir. Yazmak yada yazmamak, bütün mesele bu değil. Bütün mesele okumak yada okumamaktır. Çünkü okunmayan her yazı aslında yok demektir.